100 Yıl Sonra… Egemenlik Yeniden
Halka…
Osmanlının son döneminde başlayan
modernleşme süreci, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizle taçlanan devrim mücadelemiz
ve sonrasında yaşamın bütün alanlarını kapsayan çağdaşlaşma sürecinin ortak
amacı, ulusu bir bütün olarak ayağa kaldırmak, kendisini yönetebilir hale
getirmek ve kendi kaderini tayin edecek bir siyasal olgunluğa kavuşturmaktı.
Atatürk’ün egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesi ve bunun alt
yapısını oluşturan yasa, kurum, kuruluş süreçleri toplamda tek adam rejiminin
sonlandırılması ve halkın kendisi hakkında kararı kendi vermesi ilkesine
dayanıyordu. Atatürk “milleti kurtaracak olan onun azim ve kararı” olduğunu
biliyor ve daha işin başında halkla birlikte mücadeleyi örgütlüyordu.
Atatürk’ün attığı her adımın siyasal meşruiyeti vardır ve Mustafa Kemal bunu
bilinçli olarak tercih etmiş ve hiçbir durumda vazgeçmemiştir. Samsun’a
çıkmasından sonra kurtuluş sürecini kongreler aracılığıyla ve halkın
temsilcileri yürütmesi bunun kanıtıdır. Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin
toplanmasına öncülük etmesi bunun kanıtıdır. Dünya tarihinde bu denli büyük bir
işgale uğramış ve bu denli büyük zorluklar içinde halk iradesini esas almış bir
başka örnek yoktur. Ulusal Kurtuluş Mücadelesini Meclis eliyle yürüten, savaşın
her aşamasında meclise hesap veren ve meclis üzerinde hiçbir otoriteyi kabul
etmeyen bu anlayış 100 yıl sonrada, 1000 yıl sonrada büyük bir takdire
mazhardır.
Egemenliğin padişahtan, sultandan
alınıp halka verilmesi sadece bir yönetim meselesi değildir. Bu durum aynı
zamanda yeni bir ülkenin hangi usul ve esaslarla yönetileceğinin, meşruiyetini
nerden alacağının da temelini gösteriyordu. Mustafa Kemal iktidarı halka
vererek halkın kendisini yeniden ve çağın gerekleri doğrultusunda i̇nşa
etmesini sağlayan bir gerçekliğe dayanıyordu. Atatürk, Türkiye toplumunun büyük
insanlık ailesinin bir bileşeni yapmanın ön koşulunun o halkın kendi aklıyla
karar vermesi olduğunu biliyordu. Yani
Kant’ın aydınlanmayı insanın kendi aklını kullanma yetisine bağladığı gibi
Atatürk’te halkın kendi aklıyla kendi geleceğine yön vermesini Cumhuriyetin
erdem ve faziletinin temel zemini olacağını biliyordu. O yüzden halk
egemenliğini Cumhuriyet rejimiyle kurumsallaştırma gereğini duydu.
Osmanlı’nın son döneminden bugüne
Türkiye’deki siyasal taraflar aslında iddia ve konumlarını korumaktadırlar. Bir
taraftan halk iradesini savunanlar diğer yandan halk iradesini kendinde
toplayıp halka rağmen bir yönetimi dayatanlar. O nedenle farklı siyasal iddia,
örgütlenme, akım ve cereyanlardan söz edilse de aslında iki temel aks söz
konusudur. Biri halkın tümüyle yönetimi eline aldığı bir düzeni savunanlarla,
diğeri ise halk adına her türlü baskı ve tahakkümü savunanlardır.
Bütün bu süreçlerin bize öğrettiği,
100 yıllık deneyimin de bize gösterdiği gibi karar alma süreçlerinin denetim ve
yetkisinin halkta olması o sistemin demokratik olup olmadığının ya da
meşruiyetini kimden ve nasıl aldığının açık bir göstergesidir. 100 yıl sonra
Meclis Hükümeti Sisteminden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmek
sanıldığının ya da iddia edildiğinin aksine bir ilerleme değil bir kopuştur.
Demokratik değer, ilke ve sistemden; güçler ayrılığından; denge ve denetleme
süreçlerinden kopmaktır. O nedenle bu ilk yüzüncü yılda daha güçlü bir biçimde
demokratik sistemi sahiplenmek, savunmak ve egemenliğin kayıtsız şartsız halkta
olduğunun hakkını teslim etmek ve de o eksende bir siyasal anlayışı egemen hala
getirmek sadece bir sistem meselesi olmanın ötesinde var olma durumuna işaret
edecek kadar hayatidir. Dünyada bir ara fasıl olarak yükselen sağ otoriter
popülist rejimler kısa süre içinde dünya gündeminden çıkacaktır. Çünkü bu
rejimler tek adam yönetimini, keyfiliği, ilke ve değer tanımamazlığı, bütün
gücü kendinde toplamayı ve her alanda ağır bir hegemonya kurup alabildiğine
baskı rejimleri inşa etmeyi tek çıkar yol olarak görmektirler. Bu rejimlerde
halk yoktur. Halkın içinde olacağı bir rejimin tesisi milli egemenliğin 100.
Yılında bu ülkedeki her yurttaşın tarihi ve vicdani sorumluluğudur. İnsanlığın
en olağanüstü koşullarında yönetimi halka veren bir devrimci anlayışın bugün
yeniden güçlü bir karşılık bulduğuna tanıklık ediyoruz. Bütün karşı devrimci
süreçlere rağmen insan potansiyelimiz, Cumhuriyetin kazanımları, demokratik
bilinç yeni bir başlangıç yapmayı sağlayacak potansiyeli taşımaktadır. Şimdi bu
potansiyeli örgütleme zamanıdır.
Halk egemenliğinin 100. Yılını
kutluyor, devrimin büyük önderi Atatürk’e şükranlarımı sunuyor; 100 yıl sonra
egemenlik yeniden halka diyoruz…
Dr. Ali Haydar Fırat
İletişim Bilimci