Yazmaya çocukluk yaşlarında başlayan Fatma Bacara, “Yaşadığı olayların şairi etkilemediğini kimse söyleyemez.
Kimin hayatında dramatik sahneler, ayrılıklar yoktur ki? Hüznün derin girdabı sarmaz mı kimseyi? Böyle bir günde rüzgârdan ne isteyebilirdim ki? Giden geri gelir miydi? Gidene sitem nasıl edilirdi? Aşkı öyküde, şiirde, romanda işlemek bence en güzeli… Bir Anadolu kadını gibi, bir ozan, halk şairinin yanan yüreğiyle. Kaybolan sevgiliye gitti dedim” dedi.
Tuğçe Yerdelen: E-Gazetem okurları adına sizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Okurlarımıza kendinizden bahseder misiniz?
Fatma Bacara: Ben iflah olmaz bir asiyim. Hep kendine vurgun hep kendine asi. Yapma dediğinde başına buyruk sabırsız şair. Iğdır’da kaysı ağaçları çiçek açtığında doğduğumu söyler annem. İlk, orta ve lise eğitimini Iğdır’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudum. Fakülteyi bitirir bitirmez serbest avukat olarak çalışmaya başladım. Bu süreçte yoğun iş temposunda yazmaktan uzaklaştığımı fark edince avukatlık mesleğini bıraktım ve ilk öykülerim çıktı. Halen Ankara’da noter olarak çalışıyorum. Mesleğim icabı bulunduğum şehirlerde çeşitli gazetelere makaleler, ve küçük öyküler yazıyordum. Bakış, Kıyıdili, Kurgu Düşün Sanat Edebiyat, Deliler Teknesi, Yaşam Sanat, Mesel gibi çeşitli dergilerde öykülerim yayınlandı. Bu öyküler çoğalınca bunları dört adet kitapta topladım. Aras’ın Kıyısında, Güz Gelini, Hoşça Kal Leyla, Nakışlı Cezve isimli kitaplar birkaç yıl arayla çıktı. Ayrıca “Gölge Aşıklar” romanını Aralık 2019 da raflarda görebildim. Ve son olarak da benim için özel bir yeri olan Dileyici isimli romanım Hayat yayınların tarafından yayınlandı. Yazmak benim için vazgeçilmez bir uğraş olmakla beraber fotoğraf çekmeyi ve resim yapmayı da bir o kadar keyifli buluyorum. Birkaç kez fotoğraf ve resim sergileri açtığım oldu.

“SINIRLARIM YOKTUR”
Tuğçe Yerdelen: Yazmak sizin için ne anlama geliyor?
Fatma Bacara: Okumayı sevdiğim kadar yazmayı da seviyorum ve yazmak hayatımda olmasaydı yaşama sevincim de olmazdı diyorum. Bu benim için keyifli bir uğraş değerli bir çaba. Bazı şeyleri anlamlandırmak ona sınırları çizili bir kalıp koymaktır -ki benim sınırlarım yoktur. Alabildiğine özgür, bildiğim gibi yazıyorum. Yazmak yaşamın nesnel gerçekçiliğini yazıyla anlatma biçimidir. Ben kendimi bir kayıtçı olarak değerlendiriyorum. Yazılmaya değer bir olay karşıma çıktığında yazmalıyım diyorum, kaybolup gitmesin istiyorum. Sanırım böyle tuhaf bir misyonu kendime görev edindim ve bunları insanlarla paylaşmak adına yazıyorum.
Tuğçe Yerdelen: Nasıl yazmaya başladınız? Sizi yazmaya yönelten neden ne oldu?
Fatma Bacara: Yazmaya çocukken günlük tutarak, küçük öykü ve şiirler yazarak başladım. Cesaret ettiğim için de memnunum. Madem ki yazmak cesarettir o vakit yazmak isteyen önce cesur olmalıdır. Gerçekler, hayal dünyanıza farklı boyutlar kattığında kendinizi yazmak gibi bir yolculukta bulursunuz. Artık geriye bakamazsınız. Toplumsal yükümlülük sizin emeğinize taliptir. Şayet içiniz de Allah vergisi biraz yetenek ve çocukluğunuzdan beri getirdiğiniz malzeme zenginliği de varsa ve illa da okumuş ve çok okumuşsanız yazmaya karşı koyamazsınız. Yanı başınızdan geçip giden olaylara kayıtsız değilseniz o sizi şair yapar, yazar yapar. Yaşadığım toprakların kültürel zenginliği, yapımda var olan duygusal asalet tohumları, heves, istek, aşk, görsel zeka, trajik olaylar zinciri ve çalkantılı bir çocukluk ve çok okumak... Okumanın derinliği bambaşka bir boyuttur. Zaten her şey ufak bir hayalle başlamaz mı? Sonra o büyür büyür ve gün gelir gerçeğe dönüşür.
“ROMAN YAZMAK UZUN SOLUKLU BİR SERÜVEN”
Tuğçe Yerdelen: Fotoğraf sanatçısı Ara Güler, “En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı” diyor. Sizce roman yazmak isteyenler ne yapmalı? Hangi aşamaları izleyerek iyi bir romancı olabilirler?
Fatma Bacara: Ben aslında öykü yazarıyım. Öyküleri şımarık çocuklara benzetiyorum. Sürekli onlarla ilgilenmemi istiyorlar. Öykü yazmayı seviyorum ve gerçek olaylar benim asıl malzemelerimdir. Roman yazmak uzun soluklu bir serüvendir. Başlangıcı sonu ve bir kurgusu vardır. Yazması keyiflidir. Özgürce kelimeleri cümleleri kullanabilirim. Roman yazmanın tekniği bir kenara bırakacak olursak, roman yazmayı profesyonelce yaklaşmak gerekir kanısındayım. Oldukça ciddi bir bilgi birikimi ve araştırmayı ve dahası ince bir dantel örgüsü gerekir. Okumak ve çok okumak başlıca şarttır. İyi bir olay örgüsü sağlam karakterler olmalı derken ben buna dingin bir zihin, savaşçı ruh ve akıl almaz deliliği de ekliyorum.
“DUYGUDAN YOKSUN DİZELERİ ŞİİR OLARAK NİTELENDİREMEM”
Tuğçe Yerdelen: Yunan mitolojisinde geçen ‘ilham perileri’, başlangıçta şiir tanrısı olarak adlandırılıyordu. Bir şiiri oluşturmak için de o ilhamın gelmesini mi beklemek gerekir? Yoksa halı dokur gibi uğraşarak şiir yazılabilir mi?
Fatma Bacara: Bir ustanın dediği gibi ilk satırı tanrı vergisidir sonrası size kalmıştır. O yaşadığım ve karşılaşacağım olaylara göre her an karşıma çıkabilir. Bu nedenle şiir yazmak özeldir. Kopamadığınız bir duyguyla birlikte yaşarsınız. İlhamsız şiiri düşünemiyorum, ancak şiir üzerinde çalışmak, belirli bir düzen yaratarak kulağa hoş gelen imgelerle donatmak şiiri bütünler. Duygudan yoksun dizeleri şiir olarak nitelendiremem.
Tuğçe Yerdelen: Hem nesir hem nazımla uğraşmanın artı ve eksi yönleri neler?
Fatma Bacara: Şiir yazmanın avantajlarından biri öykü ve roman yazarken kalemimi daha şiirsel akıcı bir armoni katmasıdır. Okuyucu bunu hemen fark eder. İster şiir ister nesir olsun hüznü yazmak, sonra insanı ve onun yoksulluğunu çaresizliğini sevincini yazmak, ağaçları anlatmak keza bir o kadar bana göre inanılmaz. Yine alaca karanlığı, dolunayı, denize yansıyan güneşi ve çocukların masumiyetini, nergis çiçeğini, mavi ladin ağacını ve kitabı ister şiir ister nesirle anlatmak benim için fark etmez. Yeter ki yazayım. Artı eksi yok her ikisini de yazmanın keyfi farklı.
“GİDEN GERİ GELİR MİYDİ?”
Tuğçe Yerdelen: Sözlerin size ait olduğu Sevgi ve Savaş Öztürk çiftinin yorumladığı “Gitti” parçasının sizin için taşıdığı anlam nedir? Gitti parçası nasıl oluştu?
Fatma Bacara: Ünlü filozof Spinoza “duygularımız dış olaylardan ziyade kendi seçimlerimizle ortaya çıkmaktadır” diyor. Kim bilir belki de hüzün, sevinç, ayrılık seçimlerimizin sonucudur.
Yaşadığı olayların bir şairi etkilemediğini kimse söyleyemez. Kimin hayatında dramatik sahneler, ayrılıklar yoktur ki? Hüznün derin girdabı sarmaz mı kimseyi? Böyle bir günde rüzgârdan ne isteyebilirdim ki? Giden geri gelir miydi? Gidene sitem nasıl edilirdi? Ben de onu dedim. Aşkı öyküde, şiirde, romanda işlemek bence en güzeli… Bir Anadolu kadını gibi, bir ozan, halk şairinin yanan yüreğiyle. Kaybolan sevgiliye gitti dedim.
……..
O ne deli bir rüzgardı,
Ne hızını bildi ne yolunu çizdi.
Saçların kokusu sinmiş kollarıma,
Sana sevdamı sormadan gitti.
Aşk hasret sürür peşinden
Bir kelebek ömrü gerisinden
Bir mecnun bir aşık değilmiş gibi
Aklıma bedenime dokunmadan gitti.
Varsa sevgiden ötesi yalandır,
Dosta sorsan ne giden ne kalandır.
Aşıktır elbet bir bildiği vardır
Bir yol kapıma varmadan gitti.
.................
“İKİ AYRI ZAMAN VE TEK BİR AŞK”
Tuğçe Yerdelen: Son kitabınız Dileyici hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Fatma Bacara: Okuyucu bu romanı okuduğunda iki ayrı zaman ve aslında tek bir aşkla karşılaşacaktır. Kitabın diğer bir kahramanı umutsuz aşık Ferudun Alim’in Allah aşkını isterken beşeri aşka kapılmasını ilgiyle izleyecektir.
Dileyici romanı, Aşkı kader yapan romanın kahramanı Dilfiruz’un dileğiyle tanıştırır. Bu dilek günümüz Malatya’sında Zümrüt ve Cihan aşkında can bulur.
Ayrıca tasavvufun o mistik ve ruhani çağışını ve yüksek değerlerini bu kitapta hissetmek hiç de zor değildir. İnsanın kendi içine yaptığı yolculuğunu, yaşamın derin farkındalığını satırlarda yaşayacaktır. Görünen aşk ise, görünmeyen hüzündür.
Bilgi malzemesi oldukça zengin olan Dileyici romanı, öğretici paragrafları kimi zaman okuyanı şaşkına çevirebilir. Arkeoloji tarih ve coğrafya ilginç bir şekilde kendine yer bulur bu kitapta. Uzun bir araştırma ve inceleme neticesinde bir dantel gibi örülerek yazıldığı fark edilir. Şiirsel bir dille anlatılan duygusal sahneler çoğu okuyucuyu üzse dahi, tarihi kısmın anlatımı insanı Selçuklu döneminde bin yıl öncesine mistik bir yolculuğa çıkarır.
Tuğçe Yerdelen: Okuyucularınıza son olarak ne söylemek ister misiniz?
Fatma Bacara: Zamanı iyi değerlendirmelerini söylemek isterim.
“Hayatta yapacak çok şey var ama yapacak zaman çok kısadır.” Hipokratesin ünlü sözüdür. ‘Sanat uzun hayat kısadır’ Bize verilen süreden olabildiğince faydalanmak gerekir. Güzel seçimler yaparak, boş şeylerle zaman harcamazsak aslında hayat uzundur.
Değişen toplum çarkları bir anda daha görsele dayalı hızlı bir süreç yarattı. Artık eski klişeler yok ama her alanda olduğu gibi yine hep en iyisini yapma beklentisi var. Hayat yarışında insani değerlerden kopmadan, onurlu, umudu yitirmeden kendi vizyonunu yaratarak yaşamak, istenendir.
Son olarak, beni konuk ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Umuyorum ki her şey daha güzel olacaktır. İnsanlık, içinde bulunduğumuz salgın belasından en kısa sürede kurtularak özlenen maskesiz günlere kavuşacaktır. Her şey gönlünüzce olsun.

Kimin hayatında dramatik sahneler, ayrılıklar yoktur ki? Hüznün derin girdabı sarmaz mı kimseyi? Böyle bir günde rüzgârdan ne isteyebilirdim ki? Giden geri gelir miydi? Gidene sitem nasıl edilirdi? Aşkı öyküde, şiirde, romanda işlemek bence en güzeli… Bir Anadolu kadını gibi, bir ozan, halk şairinin yanan yüreğiyle. Kaybolan sevgiliye gitti dedim” dedi.
Tuğçe Yerdelen: E-Gazetem okurları adına sizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Okurlarımıza kendinizden bahseder misiniz?
Fatma Bacara: Ben iflah olmaz bir asiyim. Hep kendine vurgun hep kendine asi. Yapma dediğinde başına buyruk sabırsız şair. Iğdır’da kaysı ağaçları çiçek açtığında doğduğumu söyler annem. İlk, orta ve lise eğitimini Iğdır’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudum. Fakülteyi bitirir bitirmez serbest avukat olarak çalışmaya başladım. Bu süreçte yoğun iş temposunda yazmaktan uzaklaştığımı fark edince avukatlık mesleğini bıraktım ve ilk öykülerim çıktı. Halen Ankara’da noter olarak çalışıyorum. Mesleğim icabı bulunduğum şehirlerde çeşitli gazetelere makaleler, ve küçük öyküler yazıyordum. Bakış, Kıyıdili, Kurgu Düşün Sanat Edebiyat, Deliler Teknesi, Yaşam Sanat, Mesel gibi çeşitli dergilerde öykülerim yayınlandı. Bu öyküler çoğalınca bunları dört adet kitapta topladım. Aras’ın Kıyısında, Güz Gelini, Hoşça Kal Leyla, Nakışlı Cezve isimli kitaplar birkaç yıl arayla çıktı. Ayrıca “Gölge Aşıklar” romanını Aralık 2019 da raflarda görebildim. Ve son olarak da benim için özel bir yeri olan Dileyici isimli romanım Hayat yayınların tarafından yayınlandı. Yazmak benim için vazgeçilmez bir uğraş olmakla beraber fotoğraf çekmeyi ve resim yapmayı da bir o kadar keyifli buluyorum. Birkaç kez fotoğraf ve resim sergileri açtığım oldu.

“SINIRLARIM YOKTUR”
Tuğçe Yerdelen: Yazmak sizin için ne anlama geliyor?
Fatma Bacara: Okumayı sevdiğim kadar yazmayı da seviyorum ve yazmak hayatımda olmasaydı yaşama sevincim de olmazdı diyorum. Bu benim için keyifli bir uğraş değerli bir çaba. Bazı şeyleri anlamlandırmak ona sınırları çizili bir kalıp koymaktır -ki benim sınırlarım yoktur. Alabildiğine özgür, bildiğim gibi yazıyorum. Yazmak yaşamın nesnel gerçekçiliğini yazıyla anlatma biçimidir. Ben kendimi bir kayıtçı olarak değerlendiriyorum. Yazılmaya değer bir olay karşıma çıktığında yazmalıyım diyorum, kaybolup gitmesin istiyorum. Sanırım böyle tuhaf bir misyonu kendime görev edindim ve bunları insanlarla paylaşmak adına yazıyorum.
Tuğçe Yerdelen: Nasıl yazmaya başladınız? Sizi yazmaya yönelten neden ne oldu?
Fatma Bacara: Yazmaya çocukken günlük tutarak, küçük öykü ve şiirler yazarak başladım. Cesaret ettiğim için de memnunum. Madem ki yazmak cesarettir o vakit yazmak isteyen önce cesur olmalıdır. Gerçekler, hayal dünyanıza farklı boyutlar kattığında kendinizi yazmak gibi bir yolculukta bulursunuz. Artık geriye bakamazsınız. Toplumsal yükümlülük sizin emeğinize taliptir. Şayet içiniz de Allah vergisi biraz yetenek ve çocukluğunuzdan beri getirdiğiniz malzeme zenginliği de varsa ve illa da okumuş ve çok okumuşsanız yazmaya karşı koyamazsınız. Yanı başınızdan geçip giden olaylara kayıtsız değilseniz o sizi şair yapar, yazar yapar. Yaşadığım toprakların kültürel zenginliği, yapımda var olan duygusal asalet tohumları, heves, istek, aşk, görsel zeka, trajik olaylar zinciri ve çalkantılı bir çocukluk ve çok okumak... Okumanın derinliği bambaşka bir boyuttur. Zaten her şey ufak bir hayalle başlamaz mı? Sonra o büyür büyür ve gün gelir gerçeğe dönüşür.
“ROMAN YAZMAK UZUN SOLUKLU BİR SERÜVEN”
Tuğçe Yerdelen: Fotoğraf sanatçısı Ara Güler, “En iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı” diyor. Sizce roman yazmak isteyenler ne yapmalı? Hangi aşamaları izleyerek iyi bir romancı olabilirler?
Fatma Bacara: Ben aslında öykü yazarıyım. Öyküleri şımarık çocuklara benzetiyorum. Sürekli onlarla ilgilenmemi istiyorlar. Öykü yazmayı seviyorum ve gerçek olaylar benim asıl malzemelerimdir. Roman yazmak uzun soluklu bir serüvendir. Başlangıcı sonu ve bir kurgusu vardır. Yazması keyiflidir. Özgürce kelimeleri cümleleri kullanabilirim. Roman yazmanın tekniği bir kenara bırakacak olursak, roman yazmayı profesyonelce yaklaşmak gerekir kanısındayım. Oldukça ciddi bir bilgi birikimi ve araştırmayı ve dahası ince bir dantel örgüsü gerekir. Okumak ve çok okumak başlıca şarttır. İyi bir olay örgüsü sağlam karakterler olmalı derken ben buna dingin bir zihin, savaşçı ruh ve akıl almaz deliliği de ekliyorum.
“DUYGUDAN YOKSUN DİZELERİ ŞİİR OLARAK NİTELENDİREMEM”
Tuğçe Yerdelen: Yunan mitolojisinde geçen ‘ilham perileri’, başlangıçta şiir tanrısı olarak adlandırılıyordu. Bir şiiri oluşturmak için de o ilhamın gelmesini mi beklemek gerekir? Yoksa halı dokur gibi uğraşarak şiir yazılabilir mi?
Fatma Bacara: Bir ustanın dediği gibi ilk satırı tanrı vergisidir sonrası size kalmıştır. O yaşadığım ve karşılaşacağım olaylara göre her an karşıma çıkabilir. Bu nedenle şiir yazmak özeldir. Kopamadığınız bir duyguyla birlikte yaşarsınız. İlhamsız şiiri düşünemiyorum, ancak şiir üzerinde çalışmak, belirli bir düzen yaratarak kulağa hoş gelen imgelerle donatmak şiiri bütünler. Duygudan yoksun dizeleri şiir olarak nitelendiremem.
Tuğçe Yerdelen: Hem nesir hem nazımla uğraşmanın artı ve eksi yönleri neler?
Fatma Bacara: Şiir yazmanın avantajlarından biri öykü ve roman yazarken kalemimi daha şiirsel akıcı bir armoni katmasıdır. Okuyucu bunu hemen fark eder. İster şiir ister nesir olsun hüznü yazmak, sonra insanı ve onun yoksulluğunu çaresizliğini sevincini yazmak, ağaçları anlatmak keza bir o kadar bana göre inanılmaz. Yine alaca karanlığı, dolunayı, denize yansıyan güneşi ve çocukların masumiyetini, nergis çiçeğini, mavi ladin ağacını ve kitabı ister şiir ister nesirle anlatmak benim için fark etmez. Yeter ki yazayım. Artı eksi yok her ikisini de yazmanın keyfi farklı.
“GİDEN GERİ GELİR MİYDİ?”
Tuğçe Yerdelen: Sözlerin size ait olduğu Sevgi ve Savaş Öztürk çiftinin yorumladığı “Gitti” parçasının sizin için taşıdığı anlam nedir? Gitti parçası nasıl oluştu?
Fatma Bacara: Ünlü filozof Spinoza “duygularımız dış olaylardan ziyade kendi seçimlerimizle ortaya çıkmaktadır” diyor. Kim bilir belki de hüzün, sevinç, ayrılık seçimlerimizin sonucudur.
Yaşadığı olayların bir şairi etkilemediğini kimse söyleyemez. Kimin hayatında dramatik sahneler, ayrılıklar yoktur ki? Hüznün derin girdabı sarmaz mı kimseyi? Böyle bir günde rüzgârdan ne isteyebilirdim ki? Giden geri gelir miydi? Gidene sitem nasıl edilirdi? Ben de onu dedim. Aşkı öyküde, şiirde, romanda işlemek bence en güzeli… Bir Anadolu kadını gibi, bir ozan, halk şairinin yanan yüreğiyle. Kaybolan sevgiliye gitti dedim.
……..
O ne deli bir rüzgardı,
Ne hızını bildi ne yolunu çizdi.
Saçların kokusu sinmiş kollarıma,
Sana sevdamı sormadan gitti.
Aşk hasret sürür peşinden
Bir kelebek ömrü gerisinden
Bir mecnun bir aşık değilmiş gibi
Aklıma bedenime dokunmadan gitti.
Varsa sevgiden ötesi yalandır,
Dosta sorsan ne giden ne kalandır.
Aşıktır elbet bir bildiği vardır
Bir yol kapıma varmadan gitti.
.................
“İKİ AYRI ZAMAN VE TEK BİR AŞK”
Tuğçe Yerdelen: Son kitabınız Dileyici hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Fatma Bacara: Okuyucu bu romanı okuduğunda iki ayrı zaman ve aslında tek bir aşkla karşılaşacaktır. Kitabın diğer bir kahramanı umutsuz aşık Ferudun Alim’in Allah aşkını isterken beşeri aşka kapılmasını ilgiyle izleyecektir.
Dileyici romanı, Aşkı kader yapan romanın kahramanı Dilfiruz’un dileğiyle tanıştırır. Bu dilek günümüz Malatya’sında Zümrüt ve Cihan aşkında can bulur.
Ayrıca tasavvufun o mistik ve ruhani çağışını ve yüksek değerlerini bu kitapta hissetmek hiç de zor değildir. İnsanın kendi içine yaptığı yolculuğunu, yaşamın derin farkındalığını satırlarda yaşayacaktır. Görünen aşk ise, görünmeyen hüzündür.
Bilgi malzemesi oldukça zengin olan Dileyici romanı, öğretici paragrafları kimi zaman okuyanı şaşkına çevirebilir. Arkeoloji tarih ve coğrafya ilginç bir şekilde kendine yer bulur bu kitapta. Uzun bir araştırma ve inceleme neticesinde bir dantel gibi örülerek yazıldığı fark edilir. Şiirsel bir dille anlatılan duygusal sahneler çoğu okuyucuyu üzse dahi, tarihi kısmın anlatımı insanı Selçuklu döneminde bin yıl öncesine mistik bir yolculuğa çıkarır.
Tuğçe Yerdelen: Okuyucularınıza son olarak ne söylemek ister misiniz?
Fatma Bacara: Zamanı iyi değerlendirmelerini söylemek isterim.
“Hayatta yapacak çok şey var ama yapacak zaman çok kısadır.” Hipokratesin ünlü sözüdür. ‘Sanat uzun hayat kısadır’ Bize verilen süreden olabildiğince faydalanmak gerekir. Güzel seçimler yaparak, boş şeylerle zaman harcamazsak aslında hayat uzundur.
Değişen toplum çarkları bir anda daha görsele dayalı hızlı bir süreç yarattı. Artık eski klişeler yok ama her alanda olduğu gibi yine hep en iyisini yapma beklentisi var. Hayat yarışında insani değerlerden kopmadan, onurlu, umudu yitirmeden kendi vizyonunu yaratarak yaşamak, istenendir.
Son olarak, beni konuk ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Umuyorum ki her şey daha güzel olacaktır. İnsanlık, içinde bulunduğumuz salgın belasından en kısa sürede kurtularak özlenen maskesiz günlere kavuşacaktır. Her şey gönlünüzce olsun.
