Akşener'in konuşmasında şunları bildirdi:
"Biliyorsunuz dün gece, Ak Parti iktidarının, İsveç ve Finlandiya’nın, NATO üyelik başvurusuna yönelik çekincelerini, geri çektiğini ve üyeliklerine destek vereceğini öğrendik. 25 Mayıs’ta, yani bundan bir ay önce, ülkemizin bu konuda iki önceliği olduğunu söylemiştik. Bunlardan birincisi, Putin Rusya’sının, saldırgan dış politikasına karşı, NATO ittifakını, olabildiğince güçlendirmekti. İkinci önceliğimiz ise, PKK’nın Avrupa topraklarından, topyekün, bütün unsurlarıyla silinip atılmasıydı. Ne var ki, dün gece varılan mutabakatın, maalesef, bu çok temel konulardaki beklentilerimizi karşılamaktan, oldukça uzak olduğu gözüküyor."
"PKK’nın, İsveç ve Finlandiya tarafından, terör örgütü olarak tanınması, yeni bir durum değil. Önemli olan, PKK’nın, bu iki ülkedeki varlığına son verecek, somut eylemlerin görülmesiydi. Dolayısıyla, iktidarın, İsveç ve Finlandiya nezdinde, herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza, maalesef, ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir. Çünkü, mutabakat metnine göre, verilen sözlerin tutulması için oluşturulacak, üçlü mekanizma, İsveç ve Finlandiya, NATO üyesi olduktan sonra devreye girecek. Yani, bu mekanizmanın, işlememesi durumunda, Türkiye, elindeki NATO kartını kaybetmiş bir biçimde, itirazlarını sürdürmek ve haklı davasını anlatacak, muhatap aramak zorunda kalacak. Nitekim böyle durumlara, daha önce Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının imza attığı, başka mutabakatlarda da şahit olduk. Dolayısıyla, her ne kadar Sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından, aldanmak ve aldatılmak, sıradan alışkanlıklar olsa da, bu durum, Türk Milleti için kabul edilebilir değildir."
"İkinci konu ise, ülkemizin, PKK ile YPG/PYD arasında kurduğu ilişkinin, mutabakat metninde, özenle birbirinden ayrıştırılmış olmasıdır. Türkiye’nin devlet politikası, YPG, PYD ve PKK’nın, bir ve aynı şey olduğu, yani aynı zehirli ağacın dalları olduğudur. Ancak; mutabakat metninin 5’inci paragrafı, PKK’yı terör örgütü olarak görürken, YPG ve PYD, Türkiye’ye yönelik, ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik, İsveç ve Finlandiya, terör örgütlerine yapılan finansal yardımları, ve militan katılımlarını denetleme sözü verirken, yine 5’inci paragrafa işaret ediliyor, PYD ve YPG, bunun dışında tutuluyor. Yani, PYD/YPG’ye yönelik mali yardımlar, mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor. Ez cümle; üst perdeden atılan kürsü diskurları, her zaman olduğu gibi, yine, müzakere masasında verilen tavizlerle, taçlandırılmış gibi gözüküyor. Ve yine, ülke çıkarlarımız açısından, son derece önemli bir fırsat, Sayın Erdoğan’ın, dış politikayı iç politikaya malzeme yapma sevdası uğruna, kaçırılmış gözüküyor. İYİ Parti olarak, süreci takip etmeye devam edeceğiz. Mutabakat masasında atılan geri adımın, Sayın Erdoğan ile Joe Biden arasındaki görüşme bağlamındaki yansımalarını da, ayrıca değerlendireceğiz."
"Aziz milletim; dış politikadaki bu üstün performansının yanında, öngörü abidesi, büyük ekonomist Sayın Erdoğan, inatla kafasının dikine gidip, yaptığı hataları da bir türlü kabullenmeyerek, ülkemizdeki ekonomik krizi, daha da derinleştirmeye devam ediyor. Bizzat kendisinin hazırlatıp, Meclis’e gönderdiği bütçe Kanunu, 2022 yılında; enflasyonun yüzde 9,8, dolar kurunun da, 9 lira 27 kuruş olmasını öngörüyordu. Yüzde 9,8 olarak öngörülen enflasyon, bugün, TÜİK rakamlarıyla bile, yüzde 73 buçuğu buldu. Dolar kuru ise, 17 liraya dayandı. Şu öngörü yeteneğine bir bakar mısınız?... Bunlara öngörü değil, ancak dilek diyebiliriz. Belli ki Bay Kriz, geceleri yatmadan günlüğüne yazması gereken dileklerini, Bütçe Kanunu’na yazmış…
Dünyanın hiçbir yerinde; fnflasyon tahmini, 70 puan, kur tahmini ise, yüzde 100 oranında sapan, ne bir ülke, ne de bir yönetim görmeniz mümkün değildir. Ama böyle bir rezalete imza atmak; giderayak Bay Kriz’e nasip oldu… Nitekim, bu öngörüsüzlüğün sonucu olarak da, iflasını açıklayan Ak Parti iktidarı, ek bütçe istemek zorunda kaldı. Ek bütçe kanun teklifinde; 2022 yılı için, 1 trilyon 751 milyar lira olarak, kanunlaşan Merkezi Yönetim Bütçesi giderlerine, 1 trilyon 80 milyar lira ödenek ilavesi isteniyor. Yani, ilave edilen ödeneğin, başlangıç bütçesine oranı, yüzde 62. Yani, aynı enflasyon ve kur tahminlerinde olduğu gibi, Bay Kriz’in bütçesinde de, olağanüstü bir öngörü başarısı, yüzde 62’lik bir sapma var. Bu kadar büyük bir sapma, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez oluyor."
"Bu arada, kanun gereği, ilave edilen ödenek kadar, gelir gösterme zorunluluğu bulunuyor. Bu çerçevede, 1 trilyon 80 milyar liralık da, bir gelir artışı öngörülmüş. İlave gelirlerin, başlangıç bütçe gelirlerine oranı ise, yüzde 73. Yani aslına bakarsanız; bu teklif, ek bir bütçe değil, ikinci bir bütçe teklifidir. Peki, bu ikinci bütçe teklifinde, başka neler var, gelin birlikte bakalım. Mesela; enflasyon ve kur farkı nedeniyle; devletin mal ve hizmet alım giderlerine, 86 milyar lira, sermaye giderlerine de, 74 milyar lira ilave ediliyor.Yani lüksten, şatafattan ve kamu bina inşaatlarından, yine taviz verilmiyor. Mesela; faiz giderlerinde, 129 milyar lira artış öngörülüyor. Bunun 40 milyar lirası ise, kur korumalı mevduat kapsamında yapılacak ödemeler. Peki bir avuç zengine, 40 milyar lira ilave ödeme yapılırken;milyonlarca çiftçimize verilecek desteklerdeki artış ne kadar biliyor musunuz? Sadece 15 milyar lira…"
"Bitti mi? Bitmedi. Ek bütçenin, 710 milyar lirası, ÖTV, KDV gibi vergilerle finanse edilecek. Yani fatura, yine en adaletsiz vergi olan, enflasyon vergisiyle, milletimize kesilecek. Olan yine milletimize olacak, Bay Kriz ve ekibinin beceriksizliğinin ceremesini, yine milletimiz çekecek. Böyle bir faturanın, hayat pahalılığı ve enflasyon canavarıyla boğuşan, derin bir gıdaya erişim ve barınma krizinin pençesinde, artık sadece hayatta kalabilmek için mücadele veren, milletimize kesilmesi, en hafif tabiriyle zulümdür. Bu kadar basit. Ama ülkemizi içine soktukları kriz, artık o kadar derinleşti ki; iktidar için, artık milletin cebine el uzatmak da yetmiyor. O nedenle, şimdi de gözlerini şirketlerin sermayelerine, dolar hesaplarına diktiler."
"Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, her zamanki gibi, yine bir gece yarısında, BDDK, şirketlerin kredi kullanımına ilişkin bir karar yayınladı. Bu karara göre; 15 milyon lira ve üzeri, döviz ve altın cinsi varlık bulunduran şirketler, kredi kullanamayacak. Yani şirketler, ya kredi kullanmaktan vazgeçecekler ya da, enflasyona karşı korunmaktan vazgeçecekler… Bir şirket kasasında niye döviz tutar? Borç ödemek için tutar. İthalat yapmak için tutar. Hammadde almak ve üretmek için tutar. Yani şirketler, Türk lirasının, her gün daha da eridiği bir ortamda; sattığı malı yerine koyabilmek, işleri döndürebilmek için, elinde döviz tutuyor. Yani aslında, iktidarın ekonomide oluşturduğu güvensizlik iklimi sebebiyle; döviz mevduatı kullanılıyor. Sorunun kaynağı bizzat kendisi ama, o kendini değiştirmek yerine, kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası Başkanını değiştirdi, olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi, olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK’in müdürlerini değiştirdi, yine olmadı. Hiçbiri fayda etmedi. Şimdi de, serbest piyasa koşullarını değiştirmeye kalkıyor."
"Değerli milletvekilleri; lafı eğip bükmenin alemi yok. Bu karar, bir sermaye kontrolüdür. Bu karar, Türkiye’de 1989’dan beri var olan, sermayenin serbest dolaşımını, net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur. Eğer bazı dış güçler gelip; Türkiye’ye yatırım yapılmasını engellemeye, Türkiye’den sermaye çıkışını teşvik etmeye ve ülkemizi, bir döviz krizine sokmaya çalışsalardı; tam olarak böyle bir karar alırlardı. Ama bu kararı kim aldı? Bu ülkeyi yönetenler aldı. Gerçekten ibretlik. Ülkemizin yıllarca biriktirdiği döviz, çarçur edilirken; adım adım, tam teşekküllü bir sermaye kontrolüne doğru gidiyoruz. 40 yıl boyunca, kat ettiğimiz tüm aşamalar; siyasi ömrünü tamamlanmış bir iktidarın, kaçınılmaz sonunu, biraz daha geciktirebilmek için, feda ediliyor. Küçük yatırımcısına, vatandaşlarına düpedüz kumpas kuran, Yanlış algılarla, piyasayı yönlendirmeye çalışan, tüm güvenilirliğini ve itibarını yitirmiş olan, bu ekonomi yönetiminin, artık ülkemize verebileceği hiçbir şey kalmamıştır."
"Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; belli ki, Saray'daki lüks ve şatafat, senin gözünü kör etmiş. Ama ben sana hatırlatayım. Sen, milletin sana vermiş olduğu yetkiyle oradasın. Yani o koltuk da, o saray da bu milletin. Senin bu millete; 'Satın dövizleri, yoksa kredi vermem' deme gibi hakkın yok. Çünkü; Merkez Bankası da bu milletin. Basılan para da bu milletin. Bunların hiçbirisi, senin babanın malı değil. Sen önce, yandaşına satın aldırdığın, televizyon kanalı için verilen kredinin peşine düş. Sen önce, yandaşlarına verilen, karşılıksız kredilerin peşine düş. Sen önce, yandaşlarının, döviz mevduatlarının peşine düş. Sen, saraydaki bir küçük azınlıkla birlikte, sefa sürerken; bir sürü işe yaramaza, 5 maaş, 10 maaş, 15 maaş bağlarken; ulufe dağıtır gibi, ihale dağıtırken; bu millete parmak sallayamazsın."
"Eğer çok dövize sıkıştıysan; önce, bindiğin 500 milyon dolarlık uçağı sat! Bir kere de sen tasarruf etsen, ne olur? Bir kereliğine, şatafattan ödün versen, incilerin mi dökülür? Bir kalemde, memlekete 500 milyon dolar girer, fena mı olur? Millete “dövizini sat” diyorsun, sonra milletin sattığı dövizleri alıp, yandaşının cebine koyuyorsun. Eğer çok dövize sıkıştıysan; yandaşlarına verdiğin, döviz garantili ihaleleri, Türk lirasına çevir! Geçiş garantili projelere her yıl, milyarlarca dolar ödüyoruz. Kime döviz garantili ihale verdiysen, hepsini çağır. 'Artık döviz garantisi yok' de. 'Her şey artık lirayla olacak' de. Zaten hepi topu beş kişi. Sürekli milletimize parmak sallayacağına, bir kere de, beşli çetene parmak salla. Bir kere de, elini onların cebine sok. Bir kere de, onlardan fedakarlık iste. Sayın Erdoğan; eğer dövize çok sıkıştıysan; Nebati Bakan ile birlikte, Edi’yle Büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi, işin ehline bırak. Merkez Bankası’nın, görevini yapmasına müsaade et. En azından seçimlere kadar da, ekonomiye burnunu sokma."
"Ama biliyorum, sen bunların hiçbirini yapamazsın. O yüzden, bu milleti daha fazla yorma, ve bir an önce seçim kararı al. Biz de milletimizden yetkiyi alıp, döviz kurları nasıl düşermiş sana öğretelim. Faiz nasıl inermiş, biz sana öğretelim. Enflasyon nasıl tek haneye düşermiş, biz sana öğretelim. Milletin alım gücü nasıl arttırılırmış, biz sana öğretelim. Ülkeye nasıl yatırım gelirmiş, milyonlarca kişiye nasıl iş bulunurmuş, biz sana öğretelim. 20 yılda alamadığın dersi, biz sana, bir yılda öğretelim. Buyur, hodri meydan! Al seçim kararını, bu ülke nasıl hak ettiği gibi yönetilirmiş, biz sana öğretelim!"
"Değerli dava arkadaşlarım; geçen ay, çaya gelen yüzde 47’lik zamdan sonra, geçtiğimiz hafta da, şekere yüzde 67 zam geldi. Yani, artık şekerli çay içmek bile, zengin işi oldu. Türkşeker’in açıkladığı zam kararıyla birlikte; 50 kiloluk kristal şekerin, fabrika satış fiyatı, Tarım Kredi marketlerde, 390 liradan, 650 liraya, diğer marketlerde ise, 550 liradan, 750 liraya çıktı. Bundan birkaç ay önce, Bay Kriz, şeker için ne demişti hatırlıyor musunuz? 'Şekerde öyle pahalı bir fiyat uygulaması yok…' Aynen böyle demişti. Maşallah dediği, 3 gün yaşamıyor…
Demek ki neymiş? 'Şeker fabrikalarını satar, ihtiyacı da ithalatla çözeriz' demekle olmuyormuş. Demek ki neymiş? Cumhuriyetin değerlerine saldırmak için, devletin fabrikalarını, üç kuruşa satınca; sofraların tadı da, ekonominin istikrarı da kalmıyormuş. Sayın Erdoğan; Biz seni, bundan 4 yıl önce uyarmıştık. 'Şeker vatandır!' demiştik. 'Yapma, satma!' demiştik. Şimdi ne demek istediğimizi anladın mı? Gözünü kör eden kıskançlığının, Cumhuriyet değerlerimize düşmanlığının, ve 'yaptım olducu' zihniyetinin; bugün memleketi getirdiği noktadan mutlu musun? Milletimizi, 1 kilo şekeri bile alamayacak hâle getirdiğin için, huzurlu musun?"
"Aziz milletim; memleketimizin her karış toprağı, iktidarın berbat tarım politikalarına rağmen, bereketini sunmaya devam ediyor. Fındıkta, incirde, koyun sütünde, haşhaşta, kayısıda, ayvada, dünyada üretim birincisi olduğumuz gibi, kirazda da, üretim birincisiyiz. Kiraz, aynı zamanda bir başarı öyküsüdür. Ak Parti’nin her fırsatta eleştirdiği 90’lı yıllarda, özel sektörün, kamu ve Ar-Ge uzmanlarıyla bir araya gelip, 200 bin ton olan üretimimizi, 700 bin tona çıkarma başarısıdır. Üstelik bunun, yaklaşık 100 bin tonunu da, ihraç ediyoruz.
Ama tabii ki, Ak Parti iktidarında, hiçbir başarı cezasız kalmadığı için; kiraz üreticisi de, ihracatçısı da, cezasız bırakılmadı. Bir taraftan kuraklık, bir taraftan da, don, dolu ve aşırı yağış etkisi, çiftçimizi vururken; iktidar, tam da hasat döneminde, kiraz üreticisinin ihracat gelirine el koydu. Döviz gelirlerinin, önce yüzde 40’ına, şimdi de, yüzde 70’ine göz dikti. İhracattan kazanılacak olan dövizin, yüzde 70’ini, bozdurma zorunluluğu getirdi. Ne güzel değil mi? Sen 30 yıl çalış, uğraş, didin; sonra, 'Ben de çiftçiyim' diye ortalıkta gezinen bir Nebati Bakan gelsin, senin gelirlerine çöksün…"
"Sadece bu kadar mı? Maalesef değil. İşin bir de üretici tarafı var. Asıl hengâme de, zaten burada… Siz iktidarın ilk hasat şovlarına, sezonun ilk kirazının, kilosu 700 liradan satılmasına bakmayın. Kiraz üreticilerimizi dinlediğimizde iş değişiyor. Bahçede ürettiği kirazı, 5 liraya satamayan üreticilerimizin, derdini dinleyince, gerçekler ortaya çıkıyor. Ben size durumu, bizzat Tarım Bakanlığı’nın, kendi fiyatlarıyla açıklayayım. Kirazın üretici kilogram fiyatları; 2017 yılında, 4 lira 9 kuruş, 2018 yılında, 3 lira, 2022 yılında ise, 5 lira… Nasıl ama? TÜİK’e, yani Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’na göre bile, Tarımsal girdilerin, bir senede yüzde 117 arttığı, gübrenin yüzde 240, mazotun da yüzde 190 zamlandığı, işçi ücretlerinin, 80 liradan, 250 liraya çıktığı bir dönemde; Kiraz üreticisine âdeta; 'kes ağacını, açalım imara' diyorlar. Yazıktır, günahtır."
E-Gazetem.com
"Biliyorsunuz dün gece, Ak Parti iktidarının, İsveç ve Finlandiya’nın, NATO üyelik başvurusuna yönelik çekincelerini, geri çektiğini ve üyeliklerine destek vereceğini öğrendik. 25 Mayıs’ta, yani bundan bir ay önce, ülkemizin bu konuda iki önceliği olduğunu söylemiştik. Bunlardan birincisi, Putin Rusya’sının, saldırgan dış politikasına karşı, NATO ittifakını, olabildiğince güçlendirmekti. İkinci önceliğimiz ise, PKK’nın Avrupa topraklarından, topyekün, bütün unsurlarıyla silinip atılmasıydı. Ne var ki, dün gece varılan mutabakatın, maalesef, bu çok temel konulardaki beklentilerimizi karşılamaktan, oldukça uzak olduğu gözüküyor."
"PKK’nın, İsveç ve Finlandiya tarafından, terör örgütü olarak tanınması, yeni bir durum değil. Önemli olan, PKK’nın, bu iki ülkedeki varlığına son verecek, somut eylemlerin görülmesiydi. Dolayısıyla, iktidarın, İsveç ve Finlandiya nezdinde, herhangi bir somut gelişme olmaksızın attığı bu imza, maalesef, ülkemizin çıkarlarıyla bağdaşmayan bir tavizdir. Çünkü, mutabakat metnine göre, verilen sözlerin tutulması için oluşturulacak, üçlü mekanizma, İsveç ve Finlandiya, NATO üyesi olduktan sonra devreye girecek. Yani, bu mekanizmanın, işlememesi durumunda, Türkiye, elindeki NATO kartını kaybetmiş bir biçimde, itirazlarını sürdürmek ve haklı davasını anlatacak, muhatap aramak zorunda kalacak. Nitekim böyle durumlara, daha önce Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının imza attığı, başka mutabakatlarda da şahit olduk. Dolayısıyla, her ne kadar Sayın Erdoğan ve arkadaşları açısından, aldanmak ve aldatılmak, sıradan alışkanlıklar olsa da, bu durum, Türk Milleti için kabul edilebilir değildir."
"İkinci konu ise, ülkemizin, PKK ile YPG/PYD arasında kurduğu ilişkinin, mutabakat metninde, özenle birbirinden ayrıştırılmış olmasıdır. Türkiye’nin devlet politikası, YPG, PYD ve PKK’nın, bir ve aynı şey olduğu, yani aynı zehirli ağacın dalları olduğudur. Ancak; mutabakat metninin 5’inci paragrafı, PKK’yı terör örgütü olarak görürken, YPG ve PYD, Türkiye’ye yönelik, ulusal çıkar tehdidi olarak tanımlanıyor. Üstelik, İsveç ve Finlandiya, terör örgütlerine yapılan finansal yardımları, ve militan katılımlarını denetleme sözü verirken, yine 5’inci paragrafa işaret ediliyor, PYD ve YPG, bunun dışında tutuluyor. Yani, PYD/YPG’ye yönelik mali yardımlar, mutabakat kapsamı dışında bırakılmış oluyor. Ez cümle; üst perdeden atılan kürsü diskurları, her zaman olduğu gibi, yine, müzakere masasında verilen tavizlerle, taçlandırılmış gibi gözüküyor. Ve yine, ülke çıkarlarımız açısından, son derece önemli bir fırsat, Sayın Erdoğan’ın, dış politikayı iç politikaya malzeme yapma sevdası uğruna, kaçırılmış gözüküyor. İYİ Parti olarak, süreci takip etmeye devam edeceğiz. Mutabakat masasında atılan geri adımın, Sayın Erdoğan ile Joe Biden arasındaki görüşme bağlamındaki yansımalarını da, ayrıca değerlendireceğiz."
"Aziz milletim; dış politikadaki bu üstün performansının yanında, öngörü abidesi, büyük ekonomist Sayın Erdoğan, inatla kafasının dikine gidip, yaptığı hataları da bir türlü kabullenmeyerek, ülkemizdeki ekonomik krizi, daha da derinleştirmeye devam ediyor. Bizzat kendisinin hazırlatıp, Meclis’e gönderdiği bütçe Kanunu, 2022 yılında; enflasyonun yüzde 9,8, dolar kurunun da, 9 lira 27 kuruş olmasını öngörüyordu. Yüzde 9,8 olarak öngörülen enflasyon, bugün, TÜİK rakamlarıyla bile, yüzde 73 buçuğu buldu. Dolar kuru ise, 17 liraya dayandı. Şu öngörü yeteneğine bir bakar mısınız?... Bunlara öngörü değil, ancak dilek diyebiliriz. Belli ki Bay Kriz, geceleri yatmadan günlüğüne yazması gereken dileklerini, Bütçe Kanunu’na yazmış…
Dünyanın hiçbir yerinde; fnflasyon tahmini, 70 puan, kur tahmini ise, yüzde 100 oranında sapan, ne bir ülke, ne de bir yönetim görmeniz mümkün değildir. Ama böyle bir rezalete imza atmak; giderayak Bay Kriz’e nasip oldu… Nitekim, bu öngörüsüzlüğün sonucu olarak da, iflasını açıklayan Ak Parti iktidarı, ek bütçe istemek zorunda kaldı. Ek bütçe kanun teklifinde; 2022 yılı için, 1 trilyon 751 milyar lira olarak, kanunlaşan Merkezi Yönetim Bütçesi giderlerine, 1 trilyon 80 milyar lira ödenek ilavesi isteniyor. Yani, ilave edilen ödeneğin, başlangıç bütçesine oranı, yüzde 62. Yani, aynı enflasyon ve kur tahminlerinde olduğu gibi, Bay Kriz’in bütçesinde de, olağanüstü bir öngörü başarısı, yüzde 62’lik bir sapma var. Bu kadar büyük bir sapma, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez oluyor."
"Bu arada, kanun gereği, ilave edilen ödenek kadar, gelir gösterme zorunluluğu bulunuyor. Bu çerçevede, 1 trilyon 80 milyar liralık da, bir gelir artışı öngörülmüş. İlave gelirlerin, başlangıç bütçe gelirlerine oranı ise, yüzde 73. Yani aslına bakarsanız; bu teklif, ek bir bütçe değil, ikinci bir bütçe teklifidir. Peki, bu ikinci bütçe teklifinde, başka neler var, gelin birlikte bakalım. Mesela; enflasyon ve kur farkı nedeniyle; devletin mal ve hizmet alım giderlerine, 86 milyar lira, sermaye giderlerine de, 74 milyar lira ilave ediliyor.Yani lüksten, şatafattan ve kamu bina inşaatlarından, yine taviz verilmiyor. Mesela; faiz giderlerinde, 129 milyar lira artış öngörülüyor. Bunun 40 milyar lirası ise, kur korumalı mevduat kapsamında yapılacak ödemeler. Peki bir avuç zengine, 40 milyar lira ilave ödeme yapılırken;milyonlarca çiftçimize verilecek desteklerdeki artış ne kadar biliyor musunuz? Sadece 15 milyar lira…"
"Bitti mi? Bitmedi. Ek bütçenin, 710 milyar lirası, ÖTV, KDV gibi vergilerle finanse edilecek. Yani fatura, yine en adaletsiz vergi olan, enflasyon vergisiyle, milletimize kesilecek. Olan yine milletimize olacak, Bay Kriz ve ekibinin beceriksizliğinin ceremesini, yine milletimiz çekecek. Böyle bir faturanın, hayat pahalılığı ve enflasyon canavarıyla boğuşan, derin bir gıdaya erişim ve barınma krizinin pençesinde, artık sadece hayatta kalabilmek için mücadele veren, milletimize kesilmesi, en hafif tabiriyle zulümdür. Bu kadar basit. Ama ülkemizi içine soktukları kriz, artık o kadar derinleşti ki; iktidar için, artık milletin cebine el uzatmak da yetmiyor. O nedenle, şimdi de gözlerini şirketlerin sermayelerine, dolar hesaplarına diktiler."
"Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, her zamanki gibi, yine bir gece yarısında, BDDK, şirketlerin kredi kullanımına ilişkin bir karar yayınladı. Bu karara göre; 15 milyon lira ve üzeri, döviz ve altın cinsi varlık bulunduran şirketler, kredi kullanamayacak. Yani şirketler, ya kredi kullanmaktan vazgeçecekler ya da, enflasyona karşı korunmaktan vazgeçecekler… Bir şirket kasasında niye döviz tutar? Borç ödemek için tutar. İthalat yapmak için tutar. Hammadde almak ve üretmek için tutar. Yani şirketler, Türk lirasının, her gün daha da eridiği bir ortamda; sattığı malı yerine koyabilmek, işleri döndürebilmek için, elinde döviz tutuyor. Yani aslında, iktidarın ekonomide oluşturduğu güvensizlik iklimi sebebiyle; döviz mevduatı kullanılıyor. Sorunun kaynağı bizzat kendisi ama, o kendini değiştirmek yerine, kendisi dışında ne varsa değiştiriyor. Merkez Bankası Başkanını değiştirdi, olmadı. Hazine ve Maliye Bakanını değiştirdi, olmadı. Enflasyon patladı, TÜİK’in müdürlerini değiştirdi, yine olmadı. Hiçbiri fayda etmedi. Şimdi de, serbest piyasa koşullarını değiştirmeye kalkıyor."
"Değerli milletvekilleri; lafı eğip bükmenin alemi yok. Bu karar, bir sermaye kontrolüdür. Bu karar, Türkiye’de 1989’dan beri var olan, sermayenin serbest dolaşımını, net olarak ortadan kaldırmaktır. Bu karar, Bay Kriz’in Türk şirketlerine uyguladığı bir ambargodur. Eğer bazı dış güçler gelip; Türkiye’ye yatırım yapılmasını engellemeye, Türkiye’den sermaye çıkışını teşvik etmeye ve ülkemizi, bir döviz krizine sokmaya çalışsalardı; tam olarak böyle bir karar alırlardı. Ama bu kararı kim aldı? Bu ülkeyi yönetenler aldı. Gerçekten ibretlik. Ülkemizin yıllarca biriktirdiği döviz, çarçur edilirken; adım adım, tam teşekküllü bir sermaye kontrolüne doğru gidiyoruz. 40 yıl boyunca, kat ettiğimiz tüm aşamalar; siyasi ömrünü tamamlanmış bir iktidarın, kaçınılmaz sonunu, biraz daha geciktirebilmek için, feda ediliyor. Küçük yatırımcısına, vatandaşlarına düpedüz kumpas kuran, Yanlış algılarla, piyasayı yönlendirmeye çalışan, tüm güvenilirliğini ve itibarını yitirmiş olan, bu ekonomi yönetiminin, artık ülkemize verebileceği hiçbir şey kalmamıştır."
"Buradan Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; belli ki, Saray'daki lüks ve şatafat, senin gözünü kör etmiş. Ama ben sana hatırlatayım. Sen, milletin sana vermiş olduğu yetkiyle oradasın. Yani o koltuk da, o saray da bu milletin. Senin bu millete; 'Satın dövizleri, yoksa kredi vermem' deme gibi hakkın yok. Çünkü; Merkez Bankası da bu milletin. Basılan para da bu milletin. Bunların hiçbirisi, senin babanın malı değil. Sen önce, yandaşına satın aldırdığın, televizyon kanalı için verilen kredinin peşine düş. Sen önce, yandaşlarına verilen, karşılıksız kredilerin peşine düş. Sen önce, yandaşlarının, döviz mevduatlarının peşine düş. Sen, saraydaki bir küçük azınlıkla birlikte, sefa sürerken; bir sürü işe yaramaza, 5 maaş, 10 maaş, 15 maaş bağlarken; ulufe dağıtır gibi, ihale dağıtırken; bu millete parmak sallayamazsın."
"Eğer çok dövize sıkıştıysan; önce, bindiğin 500 milyon dolarlık uçağı sat! Bir kere de sen tasarruf etsen, ne olur? Bir kereliğine, şatafattan ödün versen, incilerin mi dökülür? Bir kalemde, memlekete 500 milyon dolar girer, fena mı olur? Millete “dövizini sat” diyorsun, sonra milletin sattığı dövizleri alıp, yandaşının cebine koyuyorsun. Eğer çok dövize sıkıştıysan; yandaşlarına verdiğin, döviz garantili ihaleleri, Türk lirasına çevir! Geçiş garantili projelere her yıl, milyarlarca dolar ödüyoruz. Kime döviz garantili ihale verdiysen, hepsini çağır. 'Artık döviz garantisi yok' de. 'Her şey artık lirayla olacak' de. Zaten hepi topu beş kişi. Sürekli milletimize parmak sallayacağına, bir kere de, beşli çetene parmak salla. Bir kere de, elini onların cebine sok. Bir kere de, onlardan fedakarlık iste. Sayın Erdoğan; eğer dövize çok sıkıştıysan; Nebati Bakan ile birlikte, Edi’yle Büdü gibi yönettiğiniz ekonomiyi, işin ehline bırak. Merkez Bankası’nın, görevini yapmasına müsaade et. En azından seçimlere kadar da, ekonomiye burnunu sokma."
"Ama biliyorum, sen bunların hiçbirini yapamazsın. O yüzden, bu milleti daha fazla yorma, ve bir an önce seçim kararı al. Biz de milletimizden yetkiyi alıp, döviz kurları nasıl düşermiş sana öğretelim. Faiz nasıl inermiş, biz sana öğretelim. Enflasyon nasıl tek haneye düşermiş, biz sana öğretelim. Milletin alım gücü nasıl arttırılırmış, biz sana öğretelim. Ülkeye nasıl yatırım gelirmiş, milyonlarca kişiye nasıl iş bulunurmuş, biz sana öğretelim. 20 yılda alamadığın dersi, biz sana, bir yılda öğretelim. Buyur, hodri meydan! Al seçim kararını, bu ülke nasıl hak ettiği gibi yönetilirmiş, biz sana öğretelim!"
"Değerli dava arkadaşlarım; geçen ay, çaya gelen yüzde 47’lik zamdan sonra, geçtiğimiz hafta da, şekere yüzde 67 zam geldi. Yani, artık şekerli çay içmek bile, zengin işi oldu. Türkşeker’in açıkladığı zam kararıyla birlikte; 50 kiloluk kristal şekerin, fabrika satış fiyatı, Tarım Kredi marketlerde, 390 liradan, 650 liraya, diğer marketlerde ise, 550 liradan, 750 liraya çıktı. Bundan birkaç ay önce, Bay Kriz, şeker için ne demişti hatırlıyor musunuz? 'Şekerde öyle pahalı bir fiyat uygulaması yok…' Aynen böyle demişti. Maşallah dediği, 3 gün yaşamıyor…
Demek ki neymiş? 'Şeker fabrikalarını satar, ihtiyacı da ithalatla çözeriz' demekle olmuyormuş. Demek ki neymiş? Cumhuriyetin değerlerine saldırmak için, devletin fabrikalarını, üç kuruşa satınca; sofraların tadı da, ekonominin istikrarı da kalmıyormuş. Sayın Erdoğan; Biz seni, bundan 4 yıl önce uyarmıştık. 'Şeker vatandır!' demiştik. 'Yapma, satma!' demiştik. Şimdi ne demek istediğimizi anladın mı? Gözünü kör eden kıskançlığının, Cumhuriyet değerlerimize düşmanlığının, ve 'yaptım olducu' zihniyetinin; bugün memleketi getirdiği noktadan mutlu musun? Milletimizi, 1 kilo şekeri bile alamayacak hâle getirdiğin için, huzurlu musun?"
"Aziz milletim; memleketimizin her karış toprağı, iktidarın berbat tarım politikalarına rağmen, bereketini sunmaya devam ediyor. Fındıkta, incirde, koyun sütünde, haşhaşta, kayısıda, ayvada, dünyada üretim birincisi olduğumuz gibi, kirazda da, üretim birincisiyiz. Kiraz, aynı zamanda bir başarı öyküsüdür. Ak Parti’nin her fırsatta eleştirdiği 90’lı yıllarda, özel sektörün, kamu ve Ar-Ge uzmanlarıyla bir araya gelip, 200 bin ton olan üretimimizi, 700 bin tona çıkarma başarısıdır. Üstelik bunun, yaklaşık 100 bin tonunu da, ihraç ediyoruz.
Ama tabii ki, Ak Parti iktidarında, hiçbir başarı cezasız kalmadığı için; kiraz üreticisi de, ihracatçısı da, cezasız bırakılmadı. Bir taraftan kuraklık, bir taraftan da, don, dolu ve aşırı yağış etkisi, çiftçimizi vururken; iktidar, tam da hasat döneminde, kiraz üreticisinin ihracat gelirine el koydu. Döviz gelirlerinin, önce yüzde 40’ına, şimdi de, yüzde 70’ine göz dikti. İhracattan kazanılacak olan dövizin, yüzde 70’ini, bozdurma zorunluluğu getirdi. Ne güzel değil mi? Sen 30 yıl çalış, uğraş, didin; sonra, 'Ben de çiftçiyim' diye ortalıkta gezinen bir Nebati Bakan gelsin, senin gelirlerine çöksün…"
"Sadece bu kadar mı? Maalesef değil. İşin bir de üretici tarafı var. Asıl hengâme de, zaten burada… Siz iktidarın ilk hasat şovlarına, sezonun ilk kirazının, kilosu 700 liradan satılmasına bakmayın. Kiraz üreticilerimizi dinlediğimizde iş değişiyor. Bahçede ürettiği kirazı, 5 liraya satamayan üreticilerimizin, derdini dinleyince, gerçekler ortaya çıkıyor. Ben size durumu, bizzat Tarım Bakanlığı’nın, kendi fiyatlarıyla açıklayayım. Kirazın üretici kilogram fiyatları; 2017 yılında, 4 lira 9 kuruş, 2018 yılında, 3 lira, 2022 yılında ise, 5 lira… Nasıl ama? TÜİK’e, yani Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’na göre bile, Tarımsal girdilerin, bir senede yüzde 117 arttığı, gübrenin yüzde 240, mazotun da yüzde 190 zamlandığı, işçi ücretlerinin, 80 liradan, 250 liraya çıktığı bir dönemde; Kiraz üreticisine âdeta; 'kes ağacını, açalım imara' diyorlar. Yazıktır, günahtır."
E-Gazetem.com