Türkiye’de hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir konu, hukuk alanında ve hukukun icra yeri olan yargı makamlarında, yargılama süreçlerinde, yasalarda çok ciddi problemlerimizin olduğudur.
Sürekli yargı paketleri açıyoruz, her yıl adli yıl açılışlarında ilgili yılın Temel İnsan Hakları konusunda reform yılı olacağına, yargılama süreçlerinde yeni iyileştirmeler yapılacağına dair konuşmalar yapılıyor, ancak her geçen yıl bir önceki yılı aratıyor, ister düşünce, ifade hürriyeti gibi, isterse mülkiyet hakkı, basın özgürlüğü gibi Temel Haklar konusunda olsun, maalesef bir türlü şikayetler, itirazlar, hukuk ihlalleri bitmiyor, aksine artıyor. Bunun en büyük kanıtı, İstinaf mahkemelerinin açılmasına, yargıya intikal etmeden çözüm yeri olarak Hakemlik Müessesinin kurulmasına rağmen hala dava sayılarının ve mevcut dava dosyaların da azalmamasıdır. Neden? Bu ülke insanı temel de iki özelliği ile övünür, Türklük ve Müslümanlık. İlköğretimde
her hafta başında “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diyerek eğitime başladık, her hafta Cuma namazında hutbede “Muhakkak Allah adaletle, iyilikle, iyi insan olmakla emrediyor” ayetini dinleyerek ibadetimizi yaptık. Ancak ne birey ve toplum ne de devlet olarak iyiyiz, doğruyuz ve adaletle hükmediyoruz. Yanlış söylüyorsam ve yazıyorsam lütfen yüksek sesle “Hayır, sayın yazar, kesinlikle böyle değil, biz Türk ve Müslüman olarak, doğruyuz, iyiyiz, kendimize ve çevremize karşı adiliz” deyin. Anayasamızda Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu yazılı. Hukuk devleti iki kelimeden oluşuyor, biri hukuk diğeri ise devlet. Öncelik hukuk sonra devlet. Şekilsel olarak bakıldığında da hukuk daha önce geliyor, devletin önünde. Biz de ise, galiba herkes şu konuda hem fikirdir, Türkiye’de devlet hukuktan önce geliyor. Yanlış mı? Türkiye elbette ki hukuksuz bir devlet değil, ama kabul edelim ki, evrensel hukukun, evrensel hukuk kurallarının tam olarak işlediği, hukuk mercilerinin de kararlarında evrensel hukuk kurallarına göre karar verdikleri bir devlette değil. Ne demek
istiyoruz?
Sevgili okurlar;
İnsanlık tarihinin yüzyıllar hatta binlerce yıl bazen savaşarak, bazen uzlaşarak elde ettiği ve geliştirdiği evrensel ceza hukuku kuralları kısaca şu dört temel kurala dayanır. Suçun şahsiliği, kanuniliği, masumiyet karinesi ve temel insan haklarının (düşünce, din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkının vb.) vazgeçilmez olmasıdır. Şimdi bu kavramları açıklayalım ve bir önceki paragraftaki ifadenin karşılığını siz
okurlara bırakalım.
1-Suçun şahsiliği: Suçların ve cezaların şahsiliği evrensel hukukun birinci kuralıdır. İnsanlar ancak işledikleri suçlardan cezalandırılır, başkasının işlediği suç ve/veya suçlardan değil. Bu kural, aynı zamanda dinin ve genel ahlak kurallarının da bir gereğidir. Yüce dinimizin kitabı Kuranı Kerimde 5 ayrı sure ve ayette söz konusu evrensel hukuk kuralı açıkça yer almaktadır. En geniş ve anlamlı olan Enam suresi 164’üncü
ayetinde geçer. “Herkes ancak yaptığının, kesp ettiğinin sonucundan sorumludur. Hiç kimse başkasının suçundan, fiilinden dolayı cezalandırılamaz.” Suçun şahsiliği genel ahlak kurallarının da zorunlu bir sonucudur. Hiç kimse babasının, akrabalarının, arkadaşlarının veya çalıştığı bir şirketin, kuruluşun yaptığı
bir hatasından, kabahatinden dolayı ayıplanamaz, dışlanamaz. Evrensel hukukun geçerli olduğu devletlerde, yargı makamları suçun suçlu tarafından işlendiğine dair maddi delilleri ve suçlunun kastını arar. Kişilerin suçlu olduğuna dair şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin ve hukuka uygun deliller olmadıkça hiç
kimseye ceza verilemez. Şu soruları kendimize soralım? Türkiye’de suça ve suçluya mı, yoksa suçlunun
arkasında kimler olduğuna mı bakılıyor. Eğer suçlunun arkasında olanlar bizdense suçluyu kurtarmanın yolları aranıyor mu, bulunuyor mu.? Yok suçlunun arkasında olanlar bizden değilse o zaman suçlu cezasını çekiyor mu? Bizim yargımız suçsuz olanları suçlu gibi göstermeyi ve tutuklamayı, suçlu olanları ise zaman aşımından salıvermeyi becerebiliyor mu? Çok uzaklara gitmeye gerek yok, son on yıldaki ticari ve siyasi davaların seyrine bakın yeter. 2001 krizinin nedenlerinden birisi olan zimmetlerine para geçiren, nitelikli dolandırıcılık yapan banka patronlarına ne oldu? Cevap maalesef, “zenginler mutlaka bir gün bir yerde
hukukla karşılaşır ve anlaşırlar, ya zengin hukuku arar, bulur ya da hukuk zenginle tanışır, tanıştırılır.”
2-Suçun kanuniliği: Kanunsuz suç ve ceza olmaz diye tanımlanan suçun kanuniliği ilkesi aynı zamanda yasaların geriye doğru yürümezliğini de içerir. Yani, suç işlediği iddia olunan kişi veya kişiler yasada tanımlanmayan ve cezası belirtilmeyen hiçbir suçtan yargılanamaz ve cezalandırılamaz. Dünyada Türkiye’de olduğu kadar çok fazla kanun çıkaran ve çıkardığı aynı kanunları da üç ayda, altı ayda, ya da bir yılda sürekli değiştiren bir ülke var mıdır? Çıkarılan kanunun son maddesine; geriye dönük şu tarihten itibaren geçerlidir, diye madde koyan kaç ülke vardır? Hatırlayalım, tutuklama gerekçesi oluşsun diye kaç defa “basit şüphe, makul şüphe, kuvvetli şüphe, somut olay, soyut olgu vb.” kavramları üzerinde değişiklik yapılmadı mı? Buna rağmen, neyin kuvvetli neyin makul şüphe olduğunda uzlaşı sağlayabildik mi? Bırakın yasaları, Anayasa maddelerini neredeyse on yılda bir bizden başka değiştiren kaç ülke vardır? Çıkarılan yasalara uyumda bizim toplumumuz kadar kötü örnekleri olan kaç toplum vardır? Bu topraklarda “yasaklar ancak üç gün sürermiş” diye bir söz var. Ne kadar çok kötü emsal var değil mi?
3-Masumiyet karinesi: Hakkında iddia olunan suçlardan herhangi kesinleşmiş bir hüküm olmadıkça hiç kimse suçlu olarak kabul edilemez, suçlu olarak muamele göremez. Suçsuzluk karinesi olarak da tanımlanan bu kural, Anayasamızın 38 inci maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”
ifadesiyle yer alır. Suç işlediği iddia olunan şahıslar hakkında yargılama yapılır, yargılamanın amacı da maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Yargılama esnasında suç işlediği iddia olunan şahsın masum olduğunu ispatlaması gerekmez. Diğer bir ifadeyle, Masumiyet Karinesi ilkesinin gereği, iddianın ispatı iddia makamına aittir. Hal böyle iken, yani masumiyet karinesi hem evrensel hukuk kuralı hem de Anayasal güvence altında iken maalesef ülkemizde durum hiçte öyle değildir. Bu topraklarda özellikle terör gibi, örgüt suçları gibi davalarda basın yayın ve medya eliyle insanların hayatlarının nasıl karartıldığı, toplu infazlar yapıldığı, yaş ile kurunun aynı torbalara doldurulduğu pek çok defa yaşanmıştır. Öyle ki, çok defa bu türden torba davalarda sanıkların masumiyetlerini kendilerinin kanıtlaması istenmiştir. Çünkü, büyüklerimizden, çevremizden “bir şey olmasa içeri almazlardı, yoksa da ilk mahkemede tahliye olur, evladım, bu ülkede başının ağrımaması için koşma, konuşma, karışma, itaat et, rahat et” cümlelerini duymuşunuzdur.
Gelişmiş ülkelerde kamu adına açılan davalarda yüzde seksenlere, doksanlara varan mahkûmiyet kararlarına kıyasla Türkiye’de kamu adına açılan davalarda yüzde elli, yüzde elli beş oranında mahkûmiyet çıkmasını nasıl yorumlamak gerekiyor. Masumiyet karinesi ilkesine riayet edilse, kamu adına dava açan ve hüküm veren yargı mercilerine rücuen tazmin yolu açık olsa veya işletilse, ayrıca yargısal denetim
mekanizmaları olsa yukarıdaki tablo olur mu? OECD ülkeleri içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden en fazla ihlal alan ikinci ülke maalesef Türk yargısı değil mi? Acaba, yargıya müdahale olmadan siyasetin, siyaset kurumlarının, toplumun ve bireylerin demokratik kontrol mekanizmaları işletilse acaba bu kadar rahat, bu kadar pervasızca masumiyet karinesi ihlalleri yaşanır mıydı bu ülkede. Çok şey mi istiyoruz, çok zor mu bu türden demokratik kontrol yolları, mekanizmaları kurmak, işletmek.
4- Temel Hak ve Özgürlüklerin Vazgeçilmez Olması:
İnsanlık tarihinin gelişimine bağlı olarak üzerinde en fazla yazılan, çizilen, tartışılan konuların başında, temel hak ve özgürlüklerin neler olduğu ve sınırları vb. gelmektedir. Günümüzde Temel Hak ve Özgürlükler dendiğinde hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan
hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti, mülkiyet hakkı gelmektedir. Hepimiz biliyoruz ki, bu özgürlükler kolay elde edilmedi, tüm insanlık tarihi boyunca, doğuda ve batıda savaşlar yaşandı, ayaklanmalar, isyanlar, ihtilaller, Reform hareketleri ve Ulus Devlet süreçleri yaşandı. Hammurabi kanunlarından Veda Hutbesine, Magna Cartalardan yakın tarihte cadı avlarına kadar tarihte çok yaşanan şeyler var. Kolay olmamıştır, insanlığın bugün temel hak ve özgürlükler alanında geldiği nokta. Anayasamızda 12 inci maddeden 42 inci maddeye kadar genelde Temel Hak ve hürriyetler yer almaktadır. Maddeler genelde şu şekilde “herkes adil yargılanma
hakkına sahiptir, herkes mülkiyet hakkına sahiptir, basın hürdür, sansür edilemez”. Ülkemizde hala bu alanlarda sıkıntıların olmadığını söylemek pek olası görünmüyor.Öyle olsaydı, her adli yıl açılışında insan hakları konusunda bu yılın reform yılı olacağı söylemleri olmazdı, yargı paketleri açılmazdı. Kabul etmeliyiz ki, hala bu ülkede düşünce ve ifade hürriyeti, basın ve medya özgürlüğü ve mülkiyet hakkı konularında ciddi yasal boşluklar ve uygulamalar devam etmektedir. Sevgili dostlar; acı ama gerçek, yukarıda en temel olanlarını yazmaya çalıştım, inanın, Evrensel Hukuk Kurallarını uygulamak, işler hale getirmek, hukuk devletini inşa etmek bu topraklarda, o kadar zor ki, sokakta okumuş, okumamış insanlarımıza
sorsak, bu ülkenin insanları bir gün gerçekten hukuk devletini görür mü diye, sonuç ne çıkar?
Şahsen ben şu yaşıma geldim, lisede iken 1980 ihtilalini gördüm, üniversite yıllarında ihtilal dönemini, sonrasında tek parti iktidarlarını, sağ ve sol diye tanımlanan farklı koalisyonları gördüm, ekonomik krizlerin nedenlerini ve sonuçlarını yaşadım, yargılanan, partisi kapatılan, hapiste yatan sonra başbakan ve cumhurbaşkanı olanları, ceza alan belediye başkanlarını ve sonrasında başbakan olanları gördüm, geçmişte mağdur olup yetkili makama gelenleri gördüm ama maalesef ülkemizde evrensel hukuk kurallarının tam olarak uygulandığı bir dönemi görmedim, bilmem siz gördünüz mü? Bundan sonra da evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu bir hukuk devleti göreceğimi de zannetmiyorum. Nedenleri mi, bir sonraki yazıda buluşmak umuduyla.
Şu kadarını belirtmek isterim ki, genel geçer nedenlerden çok farklı bir yazı olacak,
biz de hukuk devletinin neden olamayacağına dair.