Anlamın İnşası
Bugün yaşadığımız salgın kişisel tarihimiz için bir ilk olsa da insanlığın birçok salgını arkasında bırakarak ilerlediği bilinmektedir. Peki bu ilerleyişte yaşanılan anlam kayıpları nasıl aşılmıştı? İnsan her gün yollara düşer. Bir anlam kovalamak ya da kendinden kaçmak için. Zorlama bir nedenle durmanın yarattığı boşluk ve yola devam etmenin belirsizliği ile nasıl baş etmişlerdi? Geçmişin çeşitliliğini ortaya koymadaki hüneri ile Thukydides, bugün yaşadığımız anlam kaybının benzerinin yüzyıllar öncesindeki tanıklığını aktarır bize:
‘’Veba, kent için yozlaşmanın başlangıcı oldu… Hiç kimse öncesinde iyi olduğunu düşündüğü şeylerde sebat etme eğiliminde değildi artık, çünkü muhtemelen bunlara ulaşamadan öleceğine inanıyordu.’’ Geçmişe dair olgular sonsuzsuzdur ve tamamını bilmek imkansızdır. Oysa tarihe ait olgular, tarihi inşa etmek isteyen tarihçilerin yaptığı seçimlerdir. Vebanın ya da İspanyol gribinin kaç kişinin ölümüne yol açtığı bilinir ancak, tanıkları için anlamı pek bilinmez, sorgulanmaz. Oysa, Thukydides’ın, vebanın yarattığı tahribatın sayılardan öte anlamını ilettiği satırlar; bugün, bize mümkün olan her koşulda verimli olmayı salık verenlere karşı bir duygudaşlık imkânı sunması bakımından değerlidir. 1 ayı geçkin süredir evlere kapanma olanağı olanlar, ilk şoku atlattıktan sonra yeni normalin standardını yakalama çabası içine girdi. Oysa yaşadığımız durumun olağanüstülüğü; henüz tedavisi bilinmeyen bir hastalığın kapitalizmin heyulasını ortaya çıkarmasındaki becerikliliğinden kaynaklanmaktaydı. Mevcut yaşam tarzının ekosisteme verdiği zarar, salgının yayılmasını önlemek amacıyla evlere kapandığımız şu günlerde en aza inerken; insan için aynı durum söz konusu olmamaktadır. Çeşitli sosyal medya mecralarında karantina günlerini ‘’verimli’’ geçirenlerin hikayeleri; bu sürece adapte olmakta zorlananların yetersizlik hissiyle de boğuşmalarına neden olmaktadır. İlk olarak karantina sürecini verimli geçirmek, evde kalabilmek kadar sınıfsaldır. Nitekim yaşamın günlük kazançlar üzerine kurulu olduğu haneler güvencesiz, bilinmez bir süreç yaşamak durumunda bırakılmıştır. Bu gerçekliği aralayan orta sınıf için ise verimlilik araftadır. Zamanın sıkışıklığından yakınan şimdi ise mekana sıkışanlar için verimlilik bir baskı mekanizmasına dönüşmüştür diyebiliriz. Yarışın içinde olma, hedefle kuşatılma, kendini ne olursa olsun geliştirme baskısı karantinanın salt ‘’boş’’ vakit olarak kodlanmasına yol açmıştır. Evet ertelenen kitapların okunması, filmlerin izlenmesi ve insanların birbirini dinlemesi için bir fırsat yaratmıştır. Ancak ev işi sıkıcı işlerden arta kalan zamanın nasıl eğlenceli ve verimli geçirileceği planlamasından daha kıymetli bir fırsat yaratmıştır. Sıkça kullanılan kapitalist koşu bandı metaforunu bugüne uyarlayarak içinde bulunduğumuz durumu tanımlarsak, yeni spor salonları artık evimiz. Koşmaya devam etmeyenlerin atacak hikayeleri olmuyor. Bu hikayeler ise ‘’her şey yolunda’’ illüzyonunun yeniden üretimidir. Oysa hiçbir şey yolunda değildir. Bu nedenle durmak, insanın tekrar yola çıkacağı güne hazırlıktır. Önceden yürüdüğü yolları
sorgulamasıdır. Tercihtir. Hayatın gerçeğiyle yüzleşmektir. Kavramların içinin bu kadar pervasızca boşaltıldığı bir çağda durmak, üretmektir. Medyada bize sunulan sanal gerçeklik; tecavüzcüsüyle evlendirilmek zorunda olan çocukların çığlıklarından, savaştan kaçan
göçmenlerin feryadından, insanca bir yaşam isteyen emekçinin sol yumruğundan sakınırken; sırça fanusumuzda verimli olmayı salık verir. Oysa durursak, sürekli değişen yapay gündemlere meydan okuyan gazetecilerin yok yere hapse atıldığını farkedebilir, soru
sorabilir, cevap bekleyebiliriz. İyice kontrolümüzden çıkan hayatımızın gidişatını ele alabilir, özgürlük yanılsaması içinde yuvarlanıp gitmeyiz. Sosyal izolasyonla iyice kabuğumuza çekildiğimiz bugünlerde durmak, kaderci bir sessizlik yerine dayanışmayı güçlendirebilir
hayatı savunmamıza imkân tanıyabilir.