Merhaba dostlar,
Bugün cümlelerimde dolar yok, euro yok, faiz yok, zamlar yok. Yıllar öncesinde benim de içinde bulunmak zorunda kaldığım ve çok şükür ki fikri ve dünyası aydınlık birkaç genç elele verip kurtulabildiğimiz, ülkemizin çok daha vahim bir konusu var satırlarım arasında. Bu konu benim ve birkaç arkadaşımın mücadele ile galip geldiği ama binlerce genç ve çocuğumuzun içinden çıkamadığı örgütlenmiş yok edici bir yapının hikayesidir.
Şimdi size desem ki; şu an başınıza bir naylon poşet geçirin bakalım ne kadar süre hayatta kalmayı başaracaksınız, ne dersiniz var mı fikri olan ? Üstelik bu süreye yaşamak adını verebilecek misiniz?
Bugün içim hüzün, bugün nefessizim, yorgunum, öfkeliyim. Sürekli tekrarları yaşadığı halde, toplumun tepkisizliği nedeniyle içim içime sığmıyor. Üzerinden birkaç gün geçti ama bugün bizim için bugünün adı ENES KARA olsun. Yaşadıklarını, yaşamak isteyip yaşayamadıklarını, hissettikleri ama kimseye dillendiremediği gerçekleri anlattığı görüntüleri, büyük bir suçluluk, öfke, isyan ve adını tanımlayamadığım duygular içinde izledim. Hayatının baharında, pırıl pırıl, yaşama dair mükemmel beklentileri olması gereken çağda hayata küsen, geleceğinden umudunu yitirmiş gencecik evladımızı boğazım düğümlenerek izledim. Gencecik bir yürek, bir melek henüz 19 yaşında uçup gitti aramızdan. Gecenin sabaha yöneldiği saatlerde, kaygılar ve çaresizlik içinde kaydetmiş konuşmasını. İbret olsun istemiş sanki bu hiçliği ona yaşatan topluma. Stresten, geleceğe dair kaygılarından, bugünün hiçliğinden bahsediyor. Başarılı bir beyin ki tıp fakültesini kazanmış. (Evladı tıp fakültesinde okuyan bir baba olarak, Enes’in mesleğine ve mesleğindeki geleceğe ilişkin kaygılarını daha sonraki yazılarımda ele alacağım. İşin o tarafı çok başka bir konu.)
Üniversiteyi kazandığında ailesinin zoruyla cemaat yurduna yerleştirildiğini söylüyor Enes. (İktidara mensup bir kişi açıklamasında Enes’in Kredi ve Yurtlar Kurumu’na ait hiçbir başvurusuna rastlanmadığı açıklaması yapıyor. Sanki Enes başvurdum da çıkmadı ya da sıra gelmedi diyormuş gibi. Tabi şu da bir gerçek ki devlete ait KYK Yurtlarının sayısı ve kapasite yetersizliği de ortada, öğretim yılı başladığından beri bu konudaki öğrenci eylemlerini de izliyoruz. Neyse bu konuyu da ayrı bir güne bırakalım.)
Cemaat yurdunda kalmaya başladıktan sonra nasıl bir baskı altında kaldığını, psikolojik olarak nasıl bir yokluk-kaybolmuşluk içinde olduğunu, özgür olmadığını, dipsiz bir kuyuda hızla yok olduğunu anlatıyor Enes. Yaşadıklarını kimseye anlatamadığını, ailesine dahi bu durumdan söz edemediğini belirtiyor. İnanca dayalı olarak üzerinde oluşan baskıyı, yılgınlığı, kişisel olarak hiçleştiğini anlatıyor. Cümleleri ve sonuçta geldiğimiz nokta üzülerek söylüyorum ama ne yazık ki içinde yaşadığımız toplumun bir gerçeğidir. Gençlerimizin azımsanmayacak bir kesiminin içinde bulundukları durumun acı ve gerçek yansımasıdır. Yaşananlar günümüzün değil yıllardır süregelen yanlışların ve bu yanlışlara karşı üç maymunu oynayan toplumun getirisidir. Nasıl bu kadar kesin yorum yapabiliyorum, böyle bir yargıya varabiliyorum diye soranlarınız olabilir. Biliyorum çünkü, yazıma başladığım satırlarda belirttiğim üzere cemaat denen bu örgütlü yapının içinden, üniversite hayatımın ilk yılında geçmiş ve benzer olayları yaşamış bir kişi olarak net düşünceye sahibim.
Evet, cemaat denilen yapıların yurtlarında ve evlerinde kendinizi yalnız hissediyorsunuz, çaresiz, unutulmuş hissediyorsunuz. Hayatın sadece o kısıtlı alandan ibaret olduğu biat kültürüne ait olmanız gerçeğiyle karşılaşıyor, düşünsel olarak iğdiş edilmek isteniyorsunuz. Aynı düşünce dışında kişilerle görüşemezsiniz, görüşmek isteseniz de ya zamanınız olmaz ya da izlendiğiniz düşüncesi sizi engeller, neticede karşılaşacağınız yaptırımlardan çekinirsiniz, kız arkadaşınız asla olmaz, hatta kızlarla konuşmazsınız. Yurtta, odanızda izlenme ve hatta dinlenme olasılığınız bile vardır. Enes’in anlattığı gibi sabah namazında kalkarsınız, sonrasında risale-i nur ve diğer dini içerikli kitapları okursunuz veya okuyanı/anlatanı (yurt veya ev imamını) dinlersiniz, . Kahvaltı sonrası okul yoluna düşersiniz, kampüste sizin gibi olanlarla görüşürsünüz, ders bitimi dönüş vakti gelir, akşam yemeği ve akşam namazı sonrası ders çalışmanız için bir ara verilir. Sonrasında yatsı namazını birlikte cemaat olarak kılarsınız, akabinde tekrar dini okuma veya sohbet ortamı hazırlanır. Bazen sohbet sonrasında gece zikir namazları kılınır. Bu süreç böylece her gün sürer gider. Benim fiilen içinde bulunduğum süreçte okulda masa tenisi oynarken kaçan topu bize bir kızın atması nedeniyle topu yıkayıp oynamaya devam edenleri gördüm, akli melekelerini yitirip ağır depresyonla tedavi görenleri, hatta kayıt donduranları gördüm.
Bu ortamda mevcut durum ve öğretiler dışında düşünce yapısına sahip gençler, hayallerindeki dünya ile yaşadıkları dünya arasında sıkışıp kalırlar. Ah o git-geller yok mu, kahreder insanı, koparır hayattan. Düşünüp de gerçekleştiremiyor olmak, isteyip de ulaşamamak, hayatın realitesinden kopup, iç dünyana hapsolmak, dışarıdaki mevcut dünyayla ters yönde akıp giden zamanın rüzgarında savruluşlar, ruhunun her noktasından aldığın derin yaralar… Kaybolursun, yok olursun, haykırmak istersin sesin çıkmaz, çıksa da duyan olmaz, kişiliğine ait olmayan bir rüzgarın güdümündesindir artık. Gelecek için yapılan hayaller, hayata, arkadaşlığa, dostluğa, aileye, aşka dair tüm düşüncelerin erozyona uğrar. Okul, zikir ve şükür arsında sıkıştırılmış bir hayata doğru önlenemez sürüklenişin hız kazanır. Kendine ait ne rüzgarın, ne yelkenin, ne de pusulan kalmıştır elinde. Hayatın, kısıtlanmış boyutlar arasındadır, düşünemez, yorumlayamaz, kurgulayamaz, karar veremez hale gelirsin. Gözlerin fersiz, isteksiz, yorgun, içindeki özlemi bile yansıtmayan yoksunluktadır. Ruhun sana ait olmayan dipsiz bir kuyudur. Ve sen, sen değilsindir artık.
Bu toplum ve toplumu yönetenler de ders almazlar bu durumdan. Görürler de umursamazlar, görürler de görmezden gelirden, bilirler de işlerine gelmez karşı duruşla duruma müdahil olmak. Yönlendirilebilir ve yönetilebilir bir toplum oluşturmak adına mı etkisizdir yetkisi olanlar! Çocuklar taciz edilir, minik canlara tecavüz edilir, gencecik evlatlarımız sıkıştırıldıkları binalarda yanarak can verir, gençler hayattan kopar canlarına kıyarlar. Sizin için sadece istatistiksel rakamlardan mı ibarettir yaşananlar, neden kılınız kıpırdamaz, kimden ve nedendir korkunuz ? Gün gelir 15 Temmuz yaşanır, işte o noktada sesleri çıkar toplumun bir kesiminin ve yönetenlerin. Ya sonra ? Bu tezgahta dokuyanlar değişir, iplikler ve renkler değişir de tezgah hep aynı tezgahtır. Bildiğiniz tezgah başka dokuyanlar elinde, yeni malzemelerle kendi standartlarına uygun bildiği motifleri dokumaya devam eder. Çocuklar gönderilir yine bu tezgahlara, gençler kaderlerine terk edilir. Benim gibi şanslı olup elele tutup kolkola girebileceği birkaç cesur arkadaşı olanlar, hayatın akışına yeni bir yön vermek için mücadele vererek kendi benliklerine kavuşabilirler. Ama ya kalanlar? Dün adları Zeki’dir, Mahmut’tur, bugün Enes, yarın ise kim bilir kim olacak?
Gençliğine sahip çıkamayan toplumlar nasıl bir gelecek kurmayı planlar veya bu yapıdaki toplumların geleceği ne olur ? Böylesi çıkmaz yolda devam ettikleri sürece, ne gençlik kalır elde, ne inanç, ne ahlak ne de gelecek.
Duyun bu sesi artık yurdumun insanları ve yöneticileri. Kıymayın çocuklarımıza, gençlerimize, yok etmeyin geleceğimizi.
Ateş gibi gençler, müthiş beyinler yok olmasın ya da göçüp yurt dışına gitmesin. Yurdumuzda ‘’yurtsuz’’ kalmasınlar, sahip çıkın. Yurdumuzdaki bilim kurumlarında kabul edilmeyen projeleri yurt dışında birincilik kazanıyor, ABD sahip çıkıyor, üniversitelerinde eğitim ve gelişim sunuyor, NASA’da yer veriyor, yetiştiriyor. Ya da yurt dışındaki Türk bilin insanları günümüz salgınının aşısını buluyor. Neden burada, benim yurdumda olmuyor bunlar. Ve bunlar olmuyor da neden Enes’ler hayatına son veriyor yurdumda?
Bırakın hurafeleri bir yana, gençlerimiz hayallerini kursunlar, hayallerinin peşinden gitsinler, düşünmelerine, üretmelerine izin verin, destek olun, maddi olanak sağlayın, yollarını açın. Bu çocuklar, bu gençler bizim, engel olun gözyaşlarının akmasına.
Satırlarıma başlarken söylediğim gibi, geçirin başınıza bir naylon poşet, bakalım ne kadar süre yaşamayı başaracaksınız!
Bırakın fikri hür, vicdanı hür yetişsin nesillerimiz. Çocuklarımıza, gençlerimize kıymayın efendiler, Enes’lerimiz yitip gitmesin.
Benim iki çocuğumda üniversite bitirdi devlet yurdu çıkmadı ama tarikat yurtlarında yer çok üniversite de tanıtım yapıyorlar maddi durumun iyi değilse muhakkak seni kapıyorlar ondan sonrası malum Enes in yaşadıklarını bire bir yaşıyorlar ayrılabilenler ayrılıyor ayrılamayanlar maalesef oradaki kurallara uymak zorunda kalıyor devletin asli görevi sadece üniversite yapmak değil bir tane öğrenci açıkta kalmayacak şekilde barınma ihtiyacını sağlamak o zaman tarikat yurtları boşalır Özgür düşünen araştıran öğrenciler yetiştirirse bu ülke kalkınır biatçı değil