Yeni bir siyasal alan arzusunun vücut bulmuş haliydi Gezi. Bundan tam yedi yıl önce, üniversite sıralarında, kampüste, sokakta bir avuç arkadaş bir arayış içindeydik. Varolan siyasi çatışmalardan gayrı, siyasal kapanmanın aşılacağı yollar peşindeydik. Salt ütopyalar güzeldir demekle yetinmeyen, gerçekliğin farkında ama başka bir dünya da mümkün deme cesaretinde ve kararlılığında gençlerdik.
Gezi ‘’toprakta karınca, suda balık havada kuş kadar’’ çok olduğumuzu gösterdi. Birkaç hafta içinde 2,5 milyon insan, Türkiye’nin 79 kentinde ‘’her yer Taksim, her yer direniş’’ ve ‘’hükümet istifa’’ sloganlarıyla sokakları doldurdu. Gezi bir direnişti. Betonun toprağa hava aldırmayan sertliğine bir başkaldırıştı. Beton hem sermayenin hem siyasi iktidarın yeniden üretim aracıydı. Politik kanalların üstünü örten ve sınıf mücadelesini örgütsüzleştiren neo-liberal politikaların bir tezahürüydü. Bu bağlamda Korkut Boratav’ın tanımıyla Gezi Direnişi ‘’yüksek nitelikli, eğitimli işçiler, yarınki sınıf yoldaşları (öğrenciler) ile birlikte, profesyonellerin de katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunla bütünleşmiş siyasi iktidarın devasa kentsel rantlara el koyma girişimine karşı olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırı’’ydı. [1]
1970’li yılların ikinci yarısından itibaren hegemonik hale gelen neo-liberal iktisadi ve siyasal düzen beraberinde muazzam bir yoksulluk, sosyal hak kayıpları, ekolojik yıkım ve büyüyen bir işsizlik getirdi. Milyonlarca insanın savaşlar nedeniyle göçmen ve mülteci konumuna sürüklendiği, düzensiz ve güvencesiz çalışmanın norm haline geldiği, insanlığın müşterek değerlerinin acımasızca metalaştırıldığı bu dönem aslında 2000’li yılların başından itibaren küresel ölçekte bir tepkiye yol açmıştı.
Komşumuz Yunanistan’da, 2008 yılının son günlerinde, 15 yaşındaki bir genç polis tarafından öldürüldü. Bu cinayet ülke çapında bir isyan dalgasını tetikledi ve toplumsal tepki hükümeti yönetemez bir duruma getirdi. Yunanistan’daki tepkinin sadece bir prelüd olduğu kısa bir süre içinde anlaşıldı. Nitekim, halihazırda mali bir krizin içinde olan bir dizi güney Avrupa ülkesi bu isyan ateşinden payına düşeni aldı. Bu kitlesel gösterilerde iki kavrama sıklıkla atıf yapılıyordu: ‘’700 Euro Kuşağı’’ ve ‘’Prekarya’’. Yani düzensiz, güvencesiz, esnek ve daha ağır çalışma şartlarının yaygınlaşması ve karşılığında alınan ücretin azalması. Boratav’ın Gezi’de tarif ettiği sınıfsal başkaldırının izdüşümü idi karşı kıyıdaki isyanlar. Dünyanın 2000’li yılların gençliği için sunduğu gelecek, sosyal haklardan arındırılmış, düşük ücretli düzensiz işler ya da kronik işsizlikti. Paris’in, Atina’nın, İstanbul’un banliyölerinde sıkışmış işsiz gençliğin ve öğrencilerin, kazanılmış hakları tırpalanan çalışanların, unutulmuş göçmenlerin, köylülerin, mültecilerin, patriarka ile savaşanların çok farklı talepleri sokakta birleşmekte zorlanmadılar ve eylemlilikleri hükümetleri ciddi bir şekilde sarstı.
Türkiye, kendi özgüllükleriyle birlikte 2000’li yılların isyanlar dalgasının bir parçası oldu. Güçlü bir neo-liberal hükümetin yönettiği ülkenin en merkezi yerinde başka türlü bir dünya yeşertti. Yeryüzü sofraları kurdu. Polisin karşısında bir süre durmayı göze aldı. Ülke yönetimindeki keyfiliğe karşı biriken toplumsal hınç, bizatihi o keyfilik tarafından yeniden üretildi. ‘’Beyaz Türkler’’ kavramı üzerinden şekillenen ve bir karşıtlık zeminine oturtulan AKP söyleminin Gezi’yi andığı isimler, Türkiye’de egemen sınıfın yaşadığı dönüşüme işaret etmesi bakımından çarpıcıydı: Çapulcular, ayaktakımı, güruh, sürü vs. Yöneticilerin harekete karşı söylemleri, politik sağın her türlü aşağıdan, kendiliğindenci gelişmeyi ‘’pislik’’le ilişkilendirdiği seçkinci tavrını açık ediyordu.
Gezi halktı: Alevi karşıtı resmi söyleme tepki gösteren, HES karşıtı eylemleri yürüten, Sulukule için mücadele veren, Şişe-Cam direnişinde bulunan, kopya skandallarına karşı duran, kürtaja ve kadına ilişkin söylemden içki düzenlemelerine kadar artan muhafazakar söylem ve yasal düzenlemelere karşı tepkisi biriken halktı. Orada vurulan halktı.
Bu deneyimi yaşamış binlerce insan, aradan geçen 7 yıla, verilen onca kayba rağmen ‘’Hepimiz Gezi’deydik’’ deme cesareti ve kararlılığını göstermektedir.
Sıradan zamanlarda bir araya gelmesi düşünülmeyecekler arasında bir dayanışma; başka bir dünya kurmak isteyenler için moral motivasyon kaynağı olurken, iktidar için bir hınç kaynağı olmaya devam ediyor.