Dünyaya baktığımızda özgürlük rüzgarlarının hakim olduğu ülkelerde her alan ve anlamda modern ve gelişmiş bir yapıyla karşılaşıyoruz. Eğitim, sanat, kültür, teknoloji, tarım, hukuk, gelir dağılımı, gelir seviyesi, ulaşım ve daha birçok alan.
Ülkemiz dünyanın ne mükemmel coğrafyalarından biri üzerinde yer alıyor. İklim, toprak verimliliği, medeniyet çeşitliliği, tarih, kültür, doğa, doğal kaynak, ulaşım ve sayısız verimli değer topraklarımızda yer almakta. Peki biz bu ülkenin vatandaşları olarak bu bolluk ve bereketten ne denli faydalanmaktayız? Daha doğrusu faydalanabiliyor muyuz? Ne yazık ki bu soruya evet cevabını veremiyoruz, peki neden?
Toplumun üzerinde süregelen yasaklar manzumesi, çekimserlik örtüsü, bana dokunmayan bin yaşasın anlayışı, içiten içe toplumsal olarak kabul ettiğimiz ‘’padişahım çok yaşa’’ anlayışı, ‘’şükür ve bundan aşağı etmesin’’ yaklaşımı ülke halkını büyük ustanın dediği gibi ‘’gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye’’ yürüyüşüne mahkum kılmıştır. Okumak ve araştırmak yerine dinleyerek ve izleyerek öğrenmeyi tercih etmenin kaçınılmaz sonucudur gelinen nokta. Bu yetmezmiş gibi araştıran ve sorgulayanın cezalandırıldığı, gücünü kendi şiddetinden alan, kendini dünya anlayışına kapatan bir yapının mahsulüdür yaşananlar. Toplumun bir kısmı etkisiz, bilgisiz ama yetkili; bir kısmı bilgili, ilgili ama yetkisiz; bir kısmı da bilgisi ve yetkisi olduğu halde umursamaz bir tavır içindedir.
Yazılı basın, TV kanalları, dijital medya ve daha birçok mecra kuşatması altında yapılan yayınlar, insanlarımızın gerçek olayları öğrenmesini ne yazık ki perdeliyor. Kitleleri inandırıp yönlendirmek daha rahat ve etkin hale geliyor. Yine de unutulmaması gereken bir husus var ki; her ne kadar gerçekler unutturulmak istense de bir siyasimizin deyimiyle ‘’gerçekler öksüz değildir’’ ve gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Bu doğrultuda demokrasi çizgisinin doğruluğu ıspat edilmiş bir gerçektir. Bazı yönetimlerde, ne yazık ki cehaletleri cesaretleriyle yarışan bir zümre egemenliğini sürdürmek adına her türlü yola başvurmaktan geri durmazlar. İşte bu durum toplumsal açıdan ciddi bir yapısal ve anlaşmacı ortamın erozyona uğramasına yol açmaktadır. Bu durum karşısında düşünsel olarak toplumsal muhalefet gerçekler için gerekli bir olgudur. Unutmamak gerekir ki; herkes çıplak doğar, giyeceği karakteri seçmek ise şık bir vicdanın tercihidir.
Tercihimizi biz yapacağız, bize dayatılana razı mı olacağız yoksa gerçek yaşam için hakkımızı mı isteyeceğiz? Zira toplum geneline baktığımızda bir ‘’asgarilik’’ içinde mücadele etmekteyiz. Asgari ücret, asgari yiyecek, asgari yaşam, asgari tutarlılık, asgari mutluluk, asgari düşünce, asgari gelecek, asgari konuşma, asgari özgürlük… Kısaca asgari bir toplum…
Yıllar sonra bile bir nesil için bu yaşananlar ‘’bir boşluk ki hala dinmeyecek’’ türünden hafızalarda kalacaktır. Her ne kadar doğarken öleceğimiz bilinmekte ise de ‘’ölmeden önce yaşamak gerekir’’. Bunun için de günümüz ortamında içinde bulunduğumuz ahlaki kuraklıktan kurtulmak önceliğimiz olmalıdır. Yürüyeceğimiz yol için ihtiyacımız olan kelime ise istiklal marşımızın ilk kelimesinde mevcuttur: ‘’KORKMA’’…
Günlerimiz huzur ve mutluluk dolsun.
Fevkalade anlatım...Umarım hak ettiğimiz güzel günleri yakın zamanda yasayacağız...